Ben çok iyi hatırlıyorum o günleri. Bilmem siz de hatırlar mısınız? 2000’li yılların öncesi Türkiye’sinde herhangi bir nedenle gözaltına alınmış zanlılara uygulanan işkencelerin, yapılan haksız muamelelerin, insan haklarının ihlalinin, insanlığın yok sayıldığının zirve yaptığı yıllardı.

Avrupa Birliğinden (güya) insan hakları temsilcileri, medeni ve modern insanlar(!) biri geliyor diğeri gidiyordu. Tutulan raporlar dünya kamuoyu ile hemen ve yüksek bir ses tonuyla paylaşıyorlardı. 

İsrail devletinin, boynuna takılan tasmasıyla orta doğuya salınmasından bu yana kurdukları zindan mahzenlerinde Filistinlilere yönelik arşı alayı titreten uygulamalar, işkenceler, soykırımlar hemen herkesin malumu. “Türkiye’de işkence var” diyerek ortalığı ayağa kaldıran, sözüm ona, medeni insanlardan(!) biri dahi olsa, yaklaşık yüzyıldır İsrail’in zindanlarında Filistinli Müslümanlara uygulanan insanlık dışı uygulamalara niye gözleriyle bizzat şahit olmak istemezler? Biri gidip bu olayları yerinde irdelemiyor olmasında bir gariplik yok mu? Yoksa orada işlenen cinayetler cinayet mi değil? Öldürülenler insan mı değil? Orada uygulanan işkenceler Müslümanlara yönelik olduğu için işkence olarak adlandırmaya gerek mi duyulmuyor? Belki de İsrail, insan haklarını ihlal etmiyordur.

İsrail’i hukuk yoluyla (Adalet Divanında) pişman ettirerek zelil kılmak, işlediği soykırımdan geri döndürmek, yakıp yıktıklarının hesabını sormak pek mümkün gözükmüyor. İt itin kuyruğuna basmayacağını çok iyi biliyoruz. Kendisi adalete muhtaç bir adalet divanının, dünyaya adalat dağıtacağını beklemek safdillikten başka bir şey değildir. Hal-i hazırda İsrail’i yargılayacak “Adalet Divanında” var olan hukuk sisteminin çerçevesini Siyonistlerin çizdiklerinden ve yönettiklerinden emin olabilirsiniz. Böyle bir mekanizma içerisinde Siyonistleri kızdıracak ve üzecek, yaptıklarının karşılığını ödetecek bir kararın çıkacağını beklemenize gerek olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü küfür milletinin geçmişten beri yaptıkları yapacaklarının teminatıdır.

Şunu da ilave etmekte fayda mülahaza ediyorum. El an Siyonistleri soykırıma sevk ve idare ettiren de batı(l) hukukları, batı(l) devletleri, batı(l) sistemleri değil midir? “Adalet Divanı” onların tekelinde var oldukça adil bir sonuç beklemek beyhudedir.

Bu izahatlardan sonra lafı evirip çevirmeden söyleyeceğim. Filistin’de uygulanan soykırımı, işlenen mezalimi sona erdirmenin yegane yolu Müslümanlardan oluşan bir ordunun teşekkülü ile mümkün olacağına inanıyorum. Ordu kurmak için de birlik ve beraberlik içince bir devlet kurmanın gerektiğine inanıyorum.

Malumunuz olduğu üzere yüzyıldır, İslam dini dünyada devlet bazında uygulanan bir din değildir. Silahlı ve ekonomik gücü, yargılama sistemi, eğitim ve öğretim mekanizması yok yani. Müslümanların arasına sûni sınırlar çekilerek darmadağın etmişler vakti zamanında. Devletlerin sergiledikleri hile ve zorbalıklar neticesinde Müslümanların ayakları betona gömülmüş, komadaki hasta gibi hareket edecek mecali yok şimdilerde. Tam yüz yıldır devam eden bir vakıadan bahsediyorum. 

Müslümanlar; devlet olmamanın, askeri ve siyasi gücü ellerinde bulundurmamanın sonucunu çok ağır bedeller ödeyerek bizzat yaşıyorlar. Dünyanın her yerinde Müslümanlara olmadık saldırılar, yapılmayacak hakaretler, uygulanamayacak bir soykırım reva görüyorlar. Tüm bu olumsuzlukların ana sebebinin Müslümanlara ait bir devlet sisteminin olmadığını söylersek doğru söylemiş oluruz. Şayet Müslümanlara ait bir devletleri olsaydı o zaman askeri güçleri ve siyasi birlikleri de teşekkül ederdi. 

Kafirlerin; dünya çapında silahlı gücü, siyasi birliği bulunmayan Müslümanlara yönelik bu insanlık dışı uygulamaları reva görüyor olmalarının yegane sebebinin Mazlumları koruyacak ve zulmü engelleyecek bir devlet aygıtının olmamasına bağlı olduğunu zaten söyledik. Devleti yani gücü ve kuvveti olamayan Müslümanlara yönelik her türlü şiddetin uygulanıyor olması İslam dininin var olan tüm dinler içinde en mükemmel din olduğunu da göstermektedir. Çünkü beşeri dinlerin müntesipleri birbirlerine saldırmazlar. Birbirlerini kollar ve korurlar. Aralarında belirgin bir fark da göremezsiniz. 

Geçen gün Bangladeş’te yere devrilen putların görüntülerine odaklandığımız vakit bu durumu daha iyi anlamış oluruz. Kepçelerin yardımıyla yere yıkılan putların diğer devletlerde var olan putlardan farksız olduklarına şahit olduk. Boy ve endam, kullanılan malzeme, cadde ve sokaklara dikilme şekli, kanunla koruma aynı ancak suretler birbirinden farklı putlardan bahsediyorum. Putların karşısında sergilenen ritueller aynı ancak zaman ve mekan birbirinden farklı. O yüzden beşeri dinlere mensup insanlar birbirlerine karışmazlar ve dokunmazlar. Şeytanın böyle bir çabası da yok.

Ancak İslam dini böyle değildir. Beşeri sistemlerin tamamını ret eden, insanların tahakkümünü hiçbir şekilde kabul etmeyen, put ve putçuluğu yok sayan; kural ve kaidelerini, yasama, yürütme ve yargı erklerini, askeri gücünü Yüce Allah’ın belirlediği ilahi kurallara göre şekillendiren bir dindir. Tüm beşeriyet sadece İslam dinine karşı teyakkuzda olmalarının en güzel tarafının bu dinin bozulmadığının, mükemmel oluşunun en güzel göstergesidir. Bozulmuş veya beşeri unsurlar karışmış olsaydı dünya arenasında bu kadar saldırıya uğramaz, müntesipleri güçsüz olmalarına rağmen bu kadar soykırımdan geçirilmezdi. Diğer dinlerin müntesiplerine gösterilen saygı Müslümanlara da gösterirlerdi. En basit şekliyle İslam; putlara müsaade etmiş olsaydı müntesiplerine karışan da olmazdı.

Devletlerin sistemi, kuruluş felsefesi, iş ve işlemleri de yani kısacası insanları yönetirken emir ve komutaları Müslümanlara ait olmadıkça Gazze halkı, dünyanın değişik beldelerinde zulüm gören mazlumlar kendi yağında kavrulmaya devam edecek gibi görünüyor.

Düşünebiliyor musunuz, anlayabiliyor ve kavrayabiliyor musunuz; vahşi ve siyonist zalimlerin (Gazze’de) Müslüman halka yönelik işledikleri bu kadar zulme, bu kadar cinayete, bu kadar katliama rağmen cehennem olmayacak. 

Ve yine düşünebiliyor, anlayabiliyor ve kavrayabiliyor musunuz mazlumların (Gazze’de) uğradıkları bu kadar haksızlığa, hukuksuzluğa ve pervasızlığa rağmen cennet olmayacak.

Olacak şey mi Cennet ve Cehennemin olmaması? 

Öyle olsaydı yani cennet ve cehennem olmasaydı, ölen her insan yaptıklarıyla yerin altında çürüyüp yok olsaydı, çektiklerinin karşılığını almayacak olsaydı, yapılan zulümlerin karşılığı verilmeyerek adalet gerçek manada sağlanmamış olsaydı o zaman akıllı olan insanlar bu durum karşısında kesinlikle akıllarını yitirirlerdi diye düşünüyorum.

Kime destek verirsen ver, kimi alkışlar isen alkışla, ister zalimden yana dur ister mazluma yardım et. İster İsrailliler haklı de ister Filistinliler mazlum diye haykır hesabını mutlaka vereceksin.

Nasıl düşünürsen düşün, nasıl yaşarsan yaşa, neyi konuşursan konuş hesabını mutlaka vereceksin. İster zengin ol ister fakir kal, kazandığından hesaba çekileceksin. İster helal kazan ister dolandır insanları ister faizden geçin hasabı olacak elbet. İster Yahudi mallarını boykot et ister bana ne diyerek ye, iç ve hopla hesabı olacak.

İster put yap, ister puta tap, ister puttan kazanç sağla, ister put kır, ister puttan yüz çevir hesabı olacak.

İster soldan yürü ister sağdan ilerle istersen de yolu ortala hesaba çekileceksin. İster İsrail'i alkışla ister Gazzeli şehitlere ağla istersen camiden hiç çıkma ister meyhanede otur hiç kalkma kaçış yok, mutlaka hesaba çekileceksin. İster hayatını Allah’a ada ister putların karşısında el pençe divandan kalkma, hesaba çekileceksin. İster Muhammed (s.a.v.)’i peygamber edin ister başka insanları rehber olarak kabul et ve gözü kapalı peşinden seğirt, hesabı olacak.

İster bin yıl yaşa ister yirmi yılını aşma, hesabın olacak, bunu hiçbir zaman unutma!

Kaçış yok hesaptan. Erteleme olmayacak. Yazılanları unutmayacak kitap. Bir vakti var duruşmanın. Şahidi de Hakimi de, hükümleri geçerli olacak olan da bir olan Allah. O vakit gelecek. Bundan şüphe duyma! Ya her şey iyi olacak ya da bedbaht bir hayatın olacak. Ancak her şey yaptıklarının karşılığı olacak.