Günaha düşmek Mi? Günahta Yüzmek mi? -1-

Beyefendiler, hanımefendiler! Yanlış anlıyoruz dinimizi! Yanlış işlerle uğraşıyoruz. Kıyamete doğru son sürat ilerlerken şeytana aldanarak ilerliyoruz.
Bu satırları okuyanlar için yanlışları düzeltmek için fırsatlar kaçmış değil. İmkan ve fırsat var elimizde. Ancak her an bu imkanlar ve fırsatlar kaçabilir bir kayanın üzerine konan bir kuşun her an uçması gibi. Hareket vakti geldiğinde istasyondan ayrılan tren gibi. Bir gün sonra tevbe etmeyi ve işlediği günahlardan uzaklaşmayı düşünen nice insan bugün sabaha uyanamadı. Dün akşama yetişemeyenlerin haddi hesabı yok. Yolda giderlerken fırsatları tükenen nice insanla karşılaştık.
Şuradan işe başlarsak, daha güzel olacağını düşünüyorum.
Evvela anladıklarımızın ve yaşadıklarımızın yanlış veya eksik olabileceğini kabul etmemiz gerek. Aksi taktirde beraber yürümemiz, anlatılan konularda mutabık kalmamız imkansızlaşacaktır. Kendimizi, düşüncemizi ve davranışlarımızı ayet ve hadislere vurmadan allame-i cihan sayarsak, yaptığımız iş ve işlemleri kim ne derse desin doğru kabul edersek baştan kaybedenlerden olacağımızı da buradan ilan etmek istiyorum. Çünkü doğrular bilinmedikçe bizim yanlışlarımız hep doğru kalacak. Yanlışlarımızın farkına varabilmemiz için de doğrularla yüzleşmemiz gerek. Unutmamak gerekir ki doğrularla yüzleşmek bu dünyada gerçekleşmezse, ahirette mutlaka gerçekleşecek.
İşe; “Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah sizi helak eder ve yerinize, günah işleyip, peşinden tevbe eden kullar yaratırdı.” (Müslim, Tevbe, 9-11) hadisiyle başlayalım. Bu hadisi kanımca toplum olarak yanlış anlıyoruz yada hesabımıza geldiği gibi yorumluyoruz. Bu hadis bizleri günaha sevk etmediğini, günah işleme serbestiyetini de vermediğini özellikle vurgulamak istiyorum.
Günah işlemeyi değil, tevbe etmeyi salık veren bu hadis bize iki şey öğütlemektedir. Birincisi insanların melek olmadığını, dolayısıyla meleklerin günah işlemeyeceğini fısıldar kulağımıza. Melek olmayan bir insan zaman zaman günah işleyebilir, istemsizce günaha sapabilir, kötü işler de çıkabilir elinden. Gayr-i ihtiyari işlenen her günah sebebiyle ebedi bir cehenneme duçar kalmanın doğru olmadığını, böylesi bir günahtan bir çıkış kapısının mutlaka olması gerektiğini, bu çıkış kapısının da tevbe ve istiğfar olduğunu muştular bize. Tevbenin olmadığı bir dünyada isteyerek veya istemeyerek işlenen her günahtan dolayı cehenneme düşmenin bu dünya imtihanıyla ve Allah’ın rahmetiyle paralel olmadığını dile getirir.
İkincisi ise bu hadis bize, günahı alışkanlık haline getirmenin doğru olmadığını tembihler. Bu söylemin en bariz göstergesi kuşkusuz tevbedir. Çünkü tevbe, işlenen günaha bir daha dönmemek üzere Allah’a verilen bir ahit olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir daha dönmemek ve işlememek üzere verilen her söz, tevbenin en önemli şartı olduğuna göre, bir günahı taammüden işleyemez bir insan. Yusuf (a.s.)’ın kardeşlerinin dediği şu duruma tevessül de edemez. “Yusuf’u öldürün veya onu bir yere atın ki babanız sadece size yönelsin. Ondan sonra (tövbe edip) salih kimseler olursunuz.” (Yusuf/9) “Hele şu günahı da işleyeyim sonra tevbe ederim” anlayışı Müslümanlara ait bir anlayış olamaz.
Sakın ola “günaha düşmek ile günah içinde yüzmek" kavramlarını birbirine karıştırmayınız. Günümüz insanları bunları birbirine çokça karıştırıyorlar. Günaha düşmüyorlar çünkü günahın içinde yüzüyorlar. Hatta günahı bir tercih meselesi yapmış, bir yaşam felsefesine dönüştürmüş, sonra da; “ma ben ne yaptım ki?” diyerek zeytin yağı gibi üste çıkabiliyorlar. Bunun birbirinden farklı iki durumu ifade ettiğini anlamak gerek.
“Günaha düşmek” insan olmamızın bir sonucu, bir gereğidir. Her insan her yerde, her zaman ve her an günaha düşebilir. Ancak “günahta yüzmek, günahla yaşamak, günahın içinde debelenmek, günahın içinde sevinç çığlıkları eşliğinde ıslık ve alkış çalmak, günah denizinde yüzmek, hiçbir şey olmamış gibi davranmak” Müslümanlara ait bir durum olamaz. Unutulmamalıdır ki günahı kanıksamak, yokmuş gibi davranmak bir başka yönüyle imanî bir meseledir. Günahta yüzmek işlenen günahı, günah olarak görmemeye sebebiyet verir ki, işte o vakit iman da durmaz yerinde.