Devrimizin din alimi ve evliyasındandır. Şükrü Efendi 1905 yılında Adıyaman’ın güney batısında 40-50 km. mesafesindeki Akpınar nahiyesine bağlı Şiraz köyünde dünyaya gelmiştir. Asıl adı Muhammed Şükrü Kılınç’dır. Babası Hasan Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. Babası 1915 senesinde henüz on-on iki yaşlarında iken küçük Şükrü’yü yanına alarak Urfa’ya götürdü. Onu Urfa’daki medreselerden Rızvaniye (Rıdvaniye) Camii bünyesindeki ‘Rızvaniye (Rıdvaniye) Medresesi’ne yerleştirdi.
Şükrü Efendi o senelerde çıkan Dünya savaşı ve arkasından başlayan kurtuluş savaşı müddetince Urfa’da bu medreseye devam etti. 1925 yılında medreselerin kapatılması ile tahsilini bırakmak zorunda kaldı.
Hacı Şükrü Efendi, Kur’an-ı Kerimi baştan sona kadar tecrit ile (kıraat-ı Asım üzere) Basralı Ahmet Zeki Hafız’dan (ö.1942) öğrendi. Ahmed Zeki Hafız, aslen Basralı olup, Mısır’da Kur’an-ı Kerim’i kıraat-ı seb’a üzerine Kahire baş-kurrası Hatemzade Hacı Mustafa Hafız’dan öğrenmiştir. Ayrıca Rufai tarikatı halifesi de olan Basralı Ahmed Zeki Hafız, kıraat üzerine birçok öğrenci yetiştirmiştir. Bu öğrencilerden birisi de Hacı Şükrü Efendi’dir. Bu yüzden Hacı Şükrü Efendi’nin Kur’an-ı Kerim kıraati çok sağlamdı.
Şükrü Efendi sarf, nahiv, tefsir, hadis ve fıkıh olmak üzere dini ilimleri de Abdurrahman Aksoy’dan (ö.1953)aldı. Abdurrahman Aksoy, Urfa’nın meşhur müftüzade ailesinden olup, babası Ali Efendi (ö.1900) vefatına kadar Urfa Müftülüğü yapmış; yine dedesi Abdurrahman Efendi de (ö.1878), Urfa Müftülüğü yapmış, Urfa’nın büyük alimlerindendir.
Hacı Şükrü Efendi bu saydığımız ilimlerin yanında Arapçasını geliştirmek için Arapça konuşma dersi olan mükamele dersini ve yine hüsnü hat dersini de aynı medresede aldı. Mükamele ve hüsnü hat derslerini hangi hocalardan aldığı bilinmemektedir.
Hacı Şükrü Efendi, epey bir müddet Urfa’da tahsilini yapıp medreseden ayrıldıktan sonra, önce tekrar doğum yeri olan Şiraz Köyü'ne babasının yanına gitti. Sonra kendi memleketi Adıyaman’a bağlı olan ‘Turuş Köyü’nde imamlığa başladı.Burada uzun müddet imamlık yaptı. Bu yüzden Turuşlu Hacı Şükrü Efendi diye meşhur oldu.
Tarikata girişi ve Hoca Osman Birciği’ye intisabı
Hacı Şükrü Efendi 1930’lu yıllarda, yukarıda adını verdiğimiz Kantara köyündeki Nakşibendi şeyhi Hoca Osman Birciği Efendi’nin (1868-1939) yanına giderek ona intisab etti.
Şükrü Efendi, Hoca Osman Birciği Efendiye intisab ettikten sonrasını, müntesiplerinden Halil Hocaya kendi uslubu ile şöyle anlatıyor:
‘Ben fakir sadat-ı kiramın ayağının toprağı, Hoca Efendiye intisab ettiğim zaman, Hoca Efendi bana şu nasihatı yaptı:
‘Bizim yolumuz Resulullah’ın ve sahabesinin yoludur. Kıl kadar şeriatın dışına çıkmayasın. Bütün hareketleriniz şeriat üzerine olsun. Havada uçsanız bile müstakim olmazsanız, bilinki o istidractır, kıymeti yoktur. Bizim yolumuzda sünnete mutabaat çok mühimdir. Daima namazınızı cemaatle kılın. Bütün vaktinizi Allah ile meşgul edin. Arkadaşlarınız salih kişiler olsun. Dünyayı sevenlerle fazla sohbet etmeyin. Daima gözünüz ayağınızın ucunda olsun. Hülasa şeriatın farzına, vacibine, sünnetine, adabına çok riayet edin. Devamlı huzur içinde olun, yani her an Allah’ı zikir edin. Sizden hasıl olan haller ve zuhuratların hepsi, Allah’ a bağlamak için Allah’ın ihsanıdır. Yoksa falan sana kıymet versin için değil. Kimseye beddua etmeyin. Bütün Ümmete dua edin. Kötü ahlaklardan sakının, iyi ahlakla muttasaf olun. Her zaman hallerinizi, durumlarınızı bana söyleyin.’
Hacı Şükrü Efendi devamla diyor ki:
‘Sonra Hoca efendi bana ‘Hatm-i Hacegan’ iznini verdi. Allah’a binlerce hamd olsun, öyle haller, öyle zuhur hasıl oldu ki dil onları ifade edemez. Hoca Efendiden çok feyizyab olduk. Seyyid Abdulhakim Arvasi’nin (k.s.) dediği gibi Hoca Osman Efendi Şah-ı Nakşibendi (k.s.) hazretlerinin nisbetini tamı tamına muhafaza eden bir zat idi. Allah’ a hamd olsun, Allah Teala ve Takaddes hazretleri bizi böyle bir zatın elinde terbiye ettirdi.
Hoca efendinin zamanında çok iyi haller zuhur ediyordu. Hoca efendi bana nefiy ve isbat dersini vermişti. Ben, o dersi taptığım zaman her taraf çok güzel koku ile dolardı. Bir gün hoca efendi bana:
Ne gibi faydalar görüyorsun, diye sordu. Kendisine,
Ders yaparken böyle bir koku hasıl oluyor ve on beş gün o odadan gitmiyor, dedim. Bana:
Sen niçin bu kadar geri kalmışsın? Bu dersi yaparken, komşuların gelip, ciğer pişiriyorsun bize de vermeliler. Öyle bir aşk ateşi sende hasıl olacak ki ciğerin ateş üzerinde pişiyor gibi koku verecek, dedi. Ayrıca ‘falanlarla çok sohbet etme, fasıktırlar’. Ben de onların sohbetini terk ettim. Elhamdülillah çok faydasını gördüm.’
Molla Şükrü Efendi 10 seneye yakın bir zaman, 1939 yılında Şeyhi Hoca Osman Efendi’nin vefatına kadar, onun mensubu olarak bulundu. Bu müddet zarfında zamanla kendisinde çok yüksek haller zuhur ediyordu.
Hacı Şükrü Efendi devamla dedi ki:
‘Sonra emr-i Hak geldi, o güzel mürşidimiz dar-ı bekaya irtihal etti ve ‘mevti’l-a-limi, mevtü’l-alemi-alemin ölümü alemin ölümüdür.’ Sırrını o zaman anladım. Hacı Şükrü Efendi sözünü bitirdi. Bitirdi amma çok ağladı ve dedi ki ‘Hoca Efendi rahmetullahi aleyh, cihanda çok nadir bulunan bir zat idi. Bizler yetim ve boynu bükük kaldık.’
Hacı Şükrü Efendi sözlerine şöyle devam etti :
‘Sonra inayet-i Hak yetişti. Hoca Osman Efendinin oğlu Hacı Nazif Efendi, Seyyid Abdulhakim Arvası(k.s.)(1865-1943) hazretlerine intisab etmek niyetiyle İstanbul’a gitmek için yola çıktı. Daha yolda iken fikrini değiştirerek, o zatin halifesi olan Tevfik Nebhan Efendinin (ö.1965-6) yanına gitti. Hacı Nazif Efendi irşad görevine başladıktan sonra ben devamlı onun yanına idim. Nazıf Efendi benim çok hatırımı bilirdi. Aynı zamanda da çok celalli bir zat idi. Fakat hiçbir gün bana incitici bir söz söylemedi. Daima benim kıymetimi bilirdi. Hatta birisi suçlu olsaydı, onu alır yanına götürür ve af ettirirdim. 1947 yılına kadar Hacı Nazif Efendi başımızda bulundu. Onun zamanında da yine güzel haller zahir oldu.’
Hacı Şükrü Efendi’nin hacca gidişi
1941 yılında Hacca gidişini yine Hacı Şükrü Efendinin kendi dilinden ve Halil Hocanın anlatımından dinleyelim:
‘Bir ara bende Hacca gitme arzusu hasıl oldu. O zaman hacca gitmek çok zordu. 1940 yılında İstanbul’a Seyyid Abdülhakim Arvası ( ölüm 1943) Efendinin ziyaretine gittim. Hatta param da yoktu. Biraz arpa sattım da öyle gittim. O zaman trenle giderdik. Seyyid Abduhakim Arvası hazretlerinin Eyyüb’teki teknesine gittim. Mübarek elini öptüm, oturdum. Ona intisab ettim. Ben daha bir şey söylememiştim. Birkaç dakika sonra bana dedi ki:
Hacca mı gitmek istiyorsun? Ben de
İnşallah, dedim. O zat bana dedi ki:
Bu sene göndermiyorum, inşallah gelecek sene gidersin. Bu konuşmadan sonra yanda bulunan küçük bir odaya girdim, zikirle meşgul oldum. Bu arada kendimden geçmiştim. Bir ara hizmetlisi beni çağırdı,
Efendi hazretleri seni istiyor,dedi. Fakat hizmetlinin yanıma gelmesinden evvel öyle ağır bil hal gelmişti ki, o hal ile çok bağırmış, ağlamıştım. Kendimden haberim yoktu. Kalktım, Efendi hazretlerinin yanına gittim. Bana bir çay ikram edildi. O esnada efendi hazretleri bana öyle bir teveccüh etti ki bunu dil ile anlatmak mümkün değil. Onun teveccühü bereketiyle çok şeyler hasıl oldu. Ondan gördüğüm fayda çok mahremdir, anlatamam. Tekrar İstanbul’dan Adıyaman’a evime geldim. Ertesi sene 1941’de ben ve bir arkadaşım hacca gitmek için Şam-ı şerife gittik. O zaman hacca ancak böle gidiliyordu.Şam’da epey bir müddet kaldık. Seyyidina Mevlana Halid-i Bağdadi’ye (k.s.)(ö.1826) ziyarete sık sık giderdik. Zaman öyle bir uzamış ki artık hacca gitmekten ümidimizi kesmiştik. Diz üzerinde idim, sıkıntılı idim. Bana Seyyid Abdulhakim Arvası hazretleri gelecek sene gideceksin demişti. Bu gibi velilerin sözü doğru olur, diye kendi kendime söyleniyordum. O esnada uykuya daldım. Baktım ki Hoca Osman Birciği (k.s) ile Seyyid Abdulhakim Arvası (k.s.) hazretleri bana:
Gemi kalkıyor, hemen yetişin, sizi bekliyorlar, dediler. Gözümü açtım, ‘Sübhanallah’ dedim. Arkadaşım da uyandı. O da aynı rüyayı görmüştü. Yalnız o Seyyid Abdulhakim Arvası’yi tanımıyordu. Dedi ki:
Hoca Efendi ile tanımadığım başka bir zat daha vardı. Ben de,
O, Seyyid Abdulhakim Arvası hazretleridir. Dedim. Sabah oldu bizim hac işlerimizle ilgilenen zat hemen geldi ve:
Gemide iki kişi eksik, eğer gidecekseniz, hemen sizi gönderelim’dedi. Elhamdüllillah o sene haccımızı bitirdik ve geri döndük.’
İşte şeyhlerin sözü doğru çıkmış, Hacı Şükrü Efendi ilk haccını böyle yapmıştı.
Hacı Şükrü Efendi’nin Urfa’ya yerleşmesi
Şükrü Efendi 1969 yılında bulunduğu Turuş Köyünden evini nakletmek iastediğinde Urfa’ya yerleşmeye karar verdi ve Urfa’da bir ev satın alarak yerleşti. Hacı Şükrü Efendi irşat görevini Urfa’da devam ettirdi ve kısa zamanda tanındı. Gün geçtikçe kendisini tanıyanlar ve sevenler artıyordu. Birçok kimse kendisine intisap ederek, ondan faydalandı.
Hacı Şükrü Efendi Urfa’ya yerleştikten sonra geçimini sağlamak için çiftliğinin yanında koyun ticaretiyle de uğraşıyordu. Adıyaman’daki doğduğu köy olan Şiraz’da 1000 dönüm kadar olan tarlasını da ekip biçiyordu. Yine Turuş köyünde aldığı bağdan elde ettiği geliri de kendisine fayda sağlıyordu. Bunun yanında ‘rızkın onda dokuzu ticarettir.’ Hadisi şerifine uyarak koyun ticareti yapıyordu. Bütün bunlardan elde ettiği kazançla geçimini rahatlıkla sağlıyordu. Ama zengin bir kimse sayılmazdı. Hacı şükrü Efendi kazancından elde ettiği para ile Urfa yakınında bulunan Yengice Köyün’nde bir arsa satın aldı. Bu arasa içinde tahsil yaptığı 1978 senesinde bir cami yaptırdı. Caminin planını, kendisinin içinde tahsil yaptığı Rızvaniye Camii’ne benzetmek istedi. Onun için cami bahçesinin etrafına Kur’an Kerim Kursu için revaklar yaptırıyordu. Fakat ömrü vefa etmedi. Şehitlerin seyidi, Peygamber Efendimizin (s.a.s) amcası Hz. Hamza (r.a)’ya olan sevgisinden dolayı,camiin adını Hz.Hamza’nın ruhuna atfen ‘Hz.Hamza Camii Şerifi’ koydu. Camiinin önüne geniş bir bahçe yaptı ve bu bahçeye meyveli ve meyvesiz birçok ağaç fidesi dikti. Zamanla bu köy, belediye sınırları içine alınarak Eyyüb Nebi Mahallesi adı verildi.
Hacı Şükrü Efendin’nin vasiyetnamesi
Hacı Şükrü Efendi hastalığının ağırlaştığı günlerinde, talebelerine bazı tavsiyelerde bulunmak istemişti. Onlara iyi davranmaları gerektiği hakkında son olarak nasihatta ve vasiyette bulunmuştur. 13 Kasım 1981 günü kendi el yazısıyla kaleme aldığı talebelerle vasiyetnamesi şöyledir.
‘Bismillahirrahmanirrahim ve bilhinesta’in’
El-hamdülillahi Rabbi’l-alemin ve’l-akibetü lilmüttakin. Ve’s-selatü ve’s-selamü ala Resulina Muhammemmedin ve ala alihi ve sahbihhi ecma’in.
Amma ba’de feya ihvanü’d-din.
El ihvanlar! Benden sonra ateş etmeyiniz, zira emri Hak vaki olursa hatmi hacegan mezunları vazifesinde devam etsinler. Birbiriniz seviniz. Aralarınızda dedikodular yapmayınız. Allah için muhabbet ediniz.Haset ve kibir, buhl,ücub,riya,kin ve buğz ve ahlakı-ı zamimelerden sakınınız. Ahlakı-ı hamide ile muttasıf olunuz. Evamir-i ilahiye’ye sımsıkı sarılırız. Sünnet-i seniyeyi Resulullah sallallahu aleyhi ve selem’e ittiba ediniz. Zikre devam ediniz. İnşallah pir-i sadatların feyziyle feyzyab olursunuz. Bundan sonra irşad memuru pek nadir bulunur. Varsa da taklidi vardır. Mevlana Halid Hazretleri’nin rabıtasına devam ediniz. Rabıtasız zikrin ifadesi yoktur. Rabıta ile zikrin semeresi çoktur.
Bizim ihvanlardan ehli keşf ve riyasız zikreden bir ümmi salik ( B.H.R.Y.) namiyle vardır. Bu irşada memur değildir. Lakin onunla muhabbet eden, feyzinden mahrum olmazlar.
Keşifler beşdir. Keşf-i zamir, keşf-i kubur, keşf-i mülk, keşf-i cin, keşf-i ilahi’dir. Diğer ekvandır. En kıymetli, keşf-i ilahi’dir.
Şu kadarki, saliklerin sohbeti ve muhabbeti Allah için olmakdır.
Zikr-i halis istikametde sebat göstermektedir. ( el-istikametü favk el-keramet) yani salik hareketinde, fiilinde ve bey’-şi’alarında istikamet üzere hareket eder. Bir salik istikameti olmazsa, bin sene zikr ve ibadet ederse bir faydasını bulamaz.
İşte elim boş,yüzüm kara. Yüzüm kara huzuru ilahiye gidiyorum.Cenab-ı Hakk’a layık bir amel etmedim. ( La taknedi min rahmetillah) ayeti celilesi ümitliydim. Hazreti Habib-i Kibriya’nın şefaatine minnettarım ve sadatların himmetlerine ricadarım.
Bütün kadın ve erkek ihvanlara(kardeşlere)selam.
El-Fakir el-hakir sadat-ı kiramın hadimi el-Hac Muhammed Şükrü Kılınç.Urfa.Yanımızda olan Hacı Ali Güler, fakirhanede kaldıkça bize gelen saliklerin dersine ve terbiyelerine bakar, Talib olanlara istihare ile tarif edecektir.
15 muharremi şerif 1402 (13 Kasım 1981)
Hacı Muhammed Şükrü