Tarafımız belli, safımız nettir. Okuduğumuz Kur’an, kulak verdiğimiz Sünnettir. Rabbimiz Allah, liderimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’dir. Alnımız dik, adımlarımızı sert, yumruğumuz namerde pek derttir. İleriye odaklanır, sırat-ı müstakimden ayrılmayız. Kimin ne dediğine kulak asmaz, bildiğimizden, istediğimiz adaletten sapmayız, hakkı batılla asla karıştırmayız. Hakkın yolundan caymayız. Çapulculara ve haramilere papuç bırakmayız. Çünkü biz Müslümanız, Müslümandan başkasına da güvenmeyiz. İlahi kelamla beslenir, nebevi sünnetle yol alırız. Müslümanla kardeş, bilumum kafirlerle düşmanız. Münafığı sevmez, müşriklere kindarız. Bizler cennete sevdalı, şehadetle nişanlı, geri çevrilmez bir yoldayız. Doğduğumuz gün öleceğimize inanan insanlarız.
Hak bellidir, hukuk bellidir. Adalet için gerekli kurallar sarihtir. Kimin ne yapması gerektiği Kitabüllah'ta zikredilmiştir. Ancak asıl mesele doğruyu yanlıştan tefrik edebilecek bir akıl sahibi olmaktır. Akıllı insanlar için ilim lazım, feraset lazım, izan lazımdır.
Doğru bilgiye sahip olan bir insan, kendisine yutturulmaya çalışılan yanlış bilgileri ayıklayabilir. Çünkü elinde bir mihenk taşı vardır. Ölçülmesi gerekenleri elindeki mihenge vurur ve doğru bir sonuca ulaşır. Ancak sahip olduğu bilgiler doğru değil yani şirazesi kaymışsa adamın; doğruyu tutturması, hakkı ve hukuku tanıması, vicdan sahibi olması, adaleti ortaya sermesi mümkün olmayacaktır.
Yarım bardak temiz su ile yarım bardak pis suyu karıştırdıktan sonra suyu yeni bir bardağa boşaltalım. İki suyun karışımıyla yeni bir bardak dolduralım. Bu yeni bardağın suyu temiz midir yoksa pis midir? Vereceğimiz cevap bizim durduğumuz noktanın sağlamlığını, sarıldığımız delillerin kuvvetini ortaya serecektir. Ufak tefek şeylerden ne çıkar diyemeyiz.
Doğru da, adalet de, vicdan da, terazi de böyledir. Doğrunun içine yanlışlar boza edilirse yanlış doğruya tebdil edilmiş olmaz. Bilakis doğru, doğru olmaktan fersah fersah uzaklaştırılmış olur.
Hangi adaletten bahsettiğimizi bilmek adına herkesin adalet adalet diye höykördüğü bir caddeden seslenmek, ulu orta sesimin son reddesine kadar haykırmak istiyorum.
Bir kadın babasının vefatından sonra kardeşleriyle anlaşmazlığa düşmüş. Kur’an’a göre gerçekleştirilen miras paylaşımı konusunda kardeşleri aleyhinde mahkemeye başvurmuş. Mahkeme kendince çok adil bir karara imza atarak kadınlar ve erkekler arasında eşit bir şekilde paylaşım yapmış olsun. Bu mahkemenin “Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder.” (Nisa/11) ayetine rağmen miras konusunda yaptığı bu paylaşım adil midir? Yani adalet gerçekleşmiş midir?
Bir başka kulvarda, bir başka konuda yine yüksek bir sesle sormak istiyorum sesimin yetiştiği herkese:
Bir mudi parasını yatırdığı bankanın yıllık faiz oranlarını düşük bularak bankayı mahkemeye veriyor. Mahkeme; yaptığı titiz araştırmalar neticesinde ne bankanın verdiği faiz oranını doğru buluyor ne de mudinin istediği oranı kabul ediyor. Adil davranmak isteyen hakim, mudinin parasına ortalama bir faizin uygulanmasına hükmediyor.
Şimdi: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve gerçekten iman etmiş iseniz faizden kalanı bırakın. Bunu yapmazsanız Allah ve resulü tarafından size bir savaş açıldığını bilin. Eğer tövbe ederseniz, haksızlık etmemek ve haksızlığa uğramamak üzere anaparanız sizindir.” (Bakara/278-279) ayetlerine göre Allah ve Resulüne açılan bir savaşta yani bir faiz davasında mahkemenin verdiği bu karar adil midir, değil midir?
Mahkemenin verdiği bu karar adaletin yerini bulmasını sağlamış mıdır?
Herkesin adalet istediği bir platformda bir başka soruyu dile getirerek noktalamak istiyorum bu soru zincirini.
Kasıtlı bir şekilde öldürülen bir adamın katiline çocukları tarafından: “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin varisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.” (Bakara/178) ayetinin gereği olarak kısas hükmünün uygulanmasını istiyorlar. Yıllarca devam eden duruşmalar neticesinde bu caniye, müebbet hapis cezasının verilmesi hangi adaletin yansımasıdır? Ya da bu işlem adalet olarak değerlendirilebilir mi?
Şimdi bir kez daha “adalet istiyoruz” diye ortalıkta dolaşan insanlara sormak istiyorum. Hangi adaletten yanasınız? Hangi adaleti talep ediyorsunuz? Ya da adaletten kastınız ne? Sizin adaletiniz mi yoksa ilahi adalet mi? Hz. Ömer (r.a.)’in uyguladığı adalet mi?
Duruşunuz net mi? İstedikleriniz belli mi?
Unutmayın! İstediğiniz adalet, günün birinde ödemesini yapacağınız bir faturaya yansıtılacağını biliyor ve umuyor musunuz?
Yorumlar
Kalan Karakter: