Bütün iş ve işlemlerimizi, kural ve kaidelerimizi Allah’ın kitabına, Peygamberin Sünnetine göre yapmamız gerektiği gibi aramızdan ayrılan insanların ardından kendileri için dua etmemiz, mağfiret dilememiz de vahye göre olmalıdır. Kime rahmet dileyeceğimizi, kime zahmet isteyeceğimizi ancak vahiy belirler.
Eskiden İslam toplumunda ölen insanların defin edildiği iki farklı mezarlık bulunurdu. Birine Müslümanlar diğerine bilumum dinlere mensup insanlar konulurdu. Bunun sebebi Müslümanlar ile Müslüman olmayanların aynı mekanda bulunmalarına engel olmak içindi. Sanırım vakti zamanında kafirlerin, münafıkların, müşriklerin üstünü İslami kurallarla örtmek yada farklı dinlere mensup insanları masum ve günahsız göstermek adına bu ikili mezarlık uygulamasını kaldırdılar. Eskiden Müslümanların yüreğinde farklı dinlere mensup insanların bulunduğu mekanlarda yapılacak duaların, edilecek istiğfarların küffara da gidebileceği korkusu vardı. Kafirce düşündüyse, münafıkça yaşadıysa, müşrikçe salvolar savurduysa bir insan, kafirlerin mezarlığına konulmak gibi doğal bir durum yoktu bu dünyada.
Ama ne yazık ki İslam’a göre kanun ve kurallar ihdas edilmedi bu topraklarda. Hristiyan aleminden ithal edilerek yürürlüğe konulan kanun ve kuralların verdiği izin çerçevesinde İslam uygulanmaya devam edildi. İşte bunun en büyük göstergesi de kafirlerin konulduğu mezarlıkların ortadan kaldırılması oldu. Belki de bu uygulamayla tüm kafirler Müslümanlaştırmak istendi ya da bütün Müslümanlar kafirleştirilmek...
İman edip etmediği belli olmayan insanların ölümünden sonra dua etmek bir Müslümana yakışmaz. Kafir, müşrik ve münafıklar için mağfiret dilenmez. “Allah rahmet etsin!” denilmez. Rahmet ve mağfiret dileklerimiz ancak Müslümanlar içindir. Çünkü Yüce Allah münafıklar için: “Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resûlünü inkar ettiler ve fasık olarak öldüler.” (Tevbe/84)
Bizim dinimiz herhangi bir şeyi boş bırakmış veya es geçmiş değildir. Dua etmemize, mağfiret dilememize de bir kural, bir kaide, bir sınır çizmiştir. Bir Müslüman; İslam dışında her şeye inanan ve kabul eden bir insan için mağfiret dilemeyi tasvip etmez.
Aramızdan ayrılan kişi Allah’a iman etmişse veya iman ettiğini dile getirmişse rahmet ve mağfiret dileyebiliriz, dilememiz de lazım gelir. Ancak küfrünü açıkça ortaya koymuş bir insanın ardından rahmet dilemek bir Müslümanın yapabileceği bir iş değildir.
İslam zahire bakar.
Kişinin ağzından çıkan sözlere göre hüküm verir yüce dinimiz. Kalbinde neleri gizlediğini biz bilemeyiz. Gizlediklerinin hesabı Allah’a kalmıştır. Münafıklara, Müslüman muamelesini uygulamamız da bundandır.
Küfrün ve şirkin her tarafı kasıp kavurduğu, Müslüman olduğunu söylemenin ağır bedeller ve sorumluluklar gerektiren bir beldede ölen her insana rahmet okumak, mağfiret dilemek doğru olmazsa gerek. Bu yüzden Müslüman olduğunu söyleyen kişilerin Müslümanlığına şehadet eder, af ve mağfiret dileriz.
İmanından ziyade küfrüne her gün şahit olduğumuz insanların ölümünden sonra; “Allah rahmet etsin, Allah cennetine koysun, Allah günahlarını affetsin ya da cennet mekan olsun.” demek doğru değildir. Ancak kim olduğunu, nasıl yaşadığını bilemediğimiz insanlar için şu cümleyi ağzımızdan da eksik etmeyiz. “Allah isteyerek ve severek yerine getirdiği amellerine göre kat kat versin!” Bu konuyla alakalı olarak; “İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.” (Tevbe/114)
Kur’an’ı okumamış, anlamamış ve Kur’an’ın hiçbir emrini hayatında yer vermemiş bir adam ölmüş; “Allah amellerine göre versin!” demekten başka bir şey gelmez elimizden.
Adam içkiyle büyümüş, her akşam bu melanetten beslenmiş, bir gün içki masasından kalkarken kalp krizi geçirmiş ve tahtalı köyü boylamış, belki de fazla kaçırdığı sahte içkiden ölmüş; “Allah ameline göre versin!” demekten başka bir şey gelmez elimizden.
Faizli işlemlerini hallettikten sonra mutluluk gülücükleri eşliğinde bankadan adımını dışarıya atarken freni patlayan kamyonun altında kalarak can veren adam için: “Allah ameline göre versin!” demekten başka bir söz çıkmaz ağzımızdan.
Fuhuş odasından ayrılırken kadının yakınları tarafından kurşun yağmuruna tutularak öldürülen adam için; “Allah ameline göre versin!” demek gerekmez mi bizler için?
Hiçbir mazerete sahip değilken ramazan ayında orucunu el aleme göstere göstere yiyen ve içen adamın karıştığı ufak çaplı kavgada kalbine saplanan bıçakla can veren bir şahıs için; “Allah ameline göre versin!” demek Müslüman olmamızın bir gereği değil midir?
Adam namazı terk ettiği, artık kılmıyorum dediği bir vakitte, bir ortamda ayağı kayarak düştü, kafasını merdiven basamaklarına çarparak öldü; “Allah ameline göre versin!” deriz. Öyle değil mi?
İslami olmayan elbiseler içinde orasını burasını açarak: “Çok cesur pozlar verdi.” söylemleri arasında şehrin en kalabalık caddesinde yürürken serseri bir kurşunun isabet etmesi sonucu can veren bir kadına; “Allah ameline göre versin!” demekten başka bir şey gelir mi bizim elimizden?
Kim ne derse desin ölen bir kişinin arkasından: “Allah rahmet etsin” cümlesini kendisini yakinen bildiğimiz, imanına ve amellerine şahit olduğumuz kişiler için kullanmamız elzemdir. Yoksa sorumluluktan kurtulamayız.
Yorumlar
Kalan Karakter: