Hiçbir insan Allah’tan daha merhametli, hiçbir devlet Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in uygulamalarından daha şefkatli değildir ve olamaz da. Böyle bir iddia saçmalıktan öte bir şeyi ifade etmez. Ancak böyle bir iddia söz ile olmasa da uygulamalarda mevcut.
Allah’ın kural ve kaidelerine alternatif kural ve kaideler ihdas etmek; aynı zamanda ilahlaşmanın, Kur’an’ı yok saymanın, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i diskalifiye etmenin en bariz göstergesi, O’nlardan daha merhametli olduğunun aleni bir ilanıdır. İman etmek, küfretmek, şirk koşmak veya nifakla içli dışlı bir yaşam düzenlemek Allah’ın ortaya koyduğu kural ve kaidelerle ilgili olduğunu da unutmamak gerek.
İnkar; sadece sözle oluşan bir realite değildir. Fiiliyat da söz gibidir.
Allah’ın, işlenen suçlara mukabil: “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre karşı hür, köleye karşı köle, kadına karşı kadın kısas edilir. Ancak öldüren kimse, kardeşi (öldürülenin varisi, velisi) tarafından affedilirse, aklın ve dinin gereklerine uygun yol izlemek ve güzellikle diyet ödemek gerekir. Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Bundan sonra tecavüzde bulunana elem dolu bir azap vardır.” (Bakara/178) diyerek öldürün dediği bir caniyi, bir ömür boyu hapse tıkamak, beslemek, güvenliğini sağlamak üzere asker bulundurmak insana yapılan merhamet manasına yorumlanamaz.
Maktulun yakınları tarafından ceza evinden on yıl, yirmi yıl, belki de otuz yıl sonra dahi olsa çıkan bir caniye yönelik işlenen cinayetler veya bu yöndeki teşebbüsler, bu ayetin insan benliğiyle ne kadar da örtüştüğünün en bariz göstergesidir. Şayet cinayet işlemiş bir caniyi otuz yıl ceza evinde yatırmakla adalet sağlanmış olsaydı, cezasını çekmiş bu insanı maktulun yakınları tarafından öldürmeye teşebbüs edilmesi adaletin yerine gelmediğinin/getirilmediğinin en bariz göstergesidir.
Adaletin işlediği mekanlarda ve zamanlarda adaletin kılıcı ortalıkta dolaşmaz.
Adalet; Allah’ın ortaya koyduğu ceza-i müeyyidelerini uygulamak, kurallara uygun davranmaktır. O halde işlenen bir cinayetin sonunda uygulanacak olan hukuk; Allah’ın hukuku ise adalet sağlanmış, gereken yapılmış, hak yerini bulmuş, kesilen parmak kanamamış ve acımamış demektir. Buna inanmak, bunu kabul etmek, böyle davranmak da iman etmiş her Müslüman için bir zorunluluktur.
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki işlenen cinayetlerin en önemli sebebi kısasın uygulanmamasıdır. Başka neden aramaya gerek yoktur. Hak yerini bulmamış, adalet sağlanmamış ise bu sefer insanlar kendileri ceza vermeye kalkışırlar. Kan davalarının ortaya çıkmasının en önemli nedeni budur.
Canı sıkılan insanların tetiğe bastığı beldelerde “kısas” uygulanmadığı müddetçe hemen her gün bir cihanın yıkılacağına şahit olabiliriz: “Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki (bu hükme uyarak) korunursunuz.” (Bakara/179) Toplumu korumanın yegane şartı bu ayete göre davranmaktır. Bu ayetin biz akıllı varlıklar için gönderildiğini unutamayız.
Sabahleyin işlenen bir cinayetin ardından suç işleyen caninin cansız bedenini akşamleyin şehrin meydanında kurulan bir dar ağacında izleyen insanların düşüncelerinde cinayet işleme fikri kalır mı hiç? Öldüren kişinin, aynı şekilde ve hemencecik öldürüldüğü bir memlekette öldürme olayları gerçekleşir mi hiç?
Bu ayetin işaret ettiği kapıdan bakacak olursak; Türkiye’de adalet var mı, yok mu diye sormak gerek.
Diyarbakır/Bismil’de geçen günlerde arazi anlaşmazlığından çıkan silahlı kavgada dokuz vatandaş hayatını kaybetti, iki vatandaş da yaralandı, yakılan ekinler de cabası. Bu olay üzerinde uzun uzadıya düşünmek, araştırmalar yapmak, olması gereken çıkarımlarda bulunmak, yeni bir yol haritası oluşturmak için son derece önemlidir.
Arazinin paylaşımı veya hak sahibinin kim olduğunun tespiti için bundan tam yetmiş yıl önce mahkemeye gitmiş, hakkın ve hukukun bir an önce yerini bulması adına resmi makamlar nezdinde girişimlerde bulunmuşlar.
Davanın yargıya taşınmasından bu yana tamı tamına yetmiş yıl geçmiş. Dile kolay geliyor bu rakam. Bir ömür demek aslında. Yetmiş yaşına gelmiş bir insandan, değil başkasına ait bir olayda şahitlik yapmasını beklemek, kendi hak ve hukukunu koruyacağı endişesi bile oluşur zihinlerde. Dava açan bu insanlar; “adalet yerini bulacak” ümidiyle mahkeme binalarının yollarını aşındırdılar. Ancak tek tek göçtüler bu diyardan.
Sistemin işleyişinden mütevellit yetmiş yıldır sürüncemede olan bu davanın tarafları kendileri adaleti sağlamak üzere silaha sarıldılar. Ortaya çıkan sonuç; dokuz cansız beden.
Neden?
Çünkü uygulanmak istenen bu sistem, bu bölge insanının adalet ve vicdan anlayışına uygun değil. İş ve işlemler tamamıyla ithal. Ortaya çıkan bu sonucun; Avrupa’dan ithal edilen uygulamaların Anadolu insanının adalet anlayışına uygun olmadığının bir sonucudur diye düşünüyorum.
Neredeyse bu ülkenin ömrüyle yaşıt bir davadan bahsediyoruz. Onlarca hakim, onlarca savcı belki de onlarca avukat değişti bu dava süresince. Babaların yerini oğullar, dedelerin yerini de torunlar aldı. Harcanan onca para, sergilenen onca emek de cabası. Bu arazi, vakti zamanında miras olarak bölüşülürken muhtemelen Allah’ın hak ve hukuku göz ardı edildi, sınır aşıldı, örf ve adetlere göre bir paylaşım gerçekleştirilerek kız kardeşler mahrum bırakıldı.
Adaletin muhafızları nezdinde adaleti arayanlar tarafından açılan bir davanın yetmişinci yılında; “Adalet niye yok” diye soranlara, “Adalet niye olsun ki?” diye cevap vermek akıllı varlıklar için doğru bir çıkarım olmaz mı?
Bu olayı defaaten anlatmak, hatta belletmek gerek. Ders kitaplarında yer vermek, yeni nesillerin hafızalarına kazıtmak gerek.
Yorumlar
Kalan Karakter: