Dini eksik veya yanlış anlamanın bin bir nedeni vardır. Bu nedenler kişiye ve yöreye göre değişiklik gösterebilir. Ancak sorunlar üç aşağı beş yukarı her yerde ve her zaman aynıdır. Kur’an’ın parmak bastığı her zaafiyet kıyamete kadar devam edecektir.
Dini doğru anlamanın, yanlıştan kurtulmanın ve düzlüğe çıkmanın önündeki engelleri doğru kurgulamamız lazımdır. Olması gerektiği vechiyle sorunlarımızı tanımaya çalışmazsak, ilahi bildirimlere şartsız ve şurutsuz teslim olmazsak, ama demeden ayetleri anlamaya çalışmazsak; anladıklarımızı, yaşadıklarımızı ve anlattıklarımızı gerçek din sanırız.
İçinde yaşadığımız, mensubu olduğumuz, doğru sandığımız, yanlış olmadığına inandığımız, iliklerimize işlemiş aslında büyük birer yanlış olan unsurlar ahirette karşımıza çıktığında, ne diyeceğiz, nasıl davranacağız, hangi bahaneye sığınacağız? Halbuki Yüce Allah bu konuda bizi şöyle uyarmaktaydı: “(Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?” (Kehf/103-104)
Şeytan, kendi varlığını ve mensubu olduğu ırkını kutsayınca ilahi emirleri yanlış anladı ve davranışlarını bu minvalde kurgulayarak sapıttı. Kendilerine onlarca peygamber gönderilen ırklarını kutsayınca Yahudiler lanete uğradı.
Doğruyu bulmak, yanlıştan uzaklaşmak, hak ve hakikate ulaşmak adına bu iki olaya tarafsız bir gözle bakmakta fayda vardır.
Sahi Allah, niye anlatır bu iki konuyu? Onlarca kez, hem de evirerek çevirerek dile getirilen bu iki konu, Yüce Kitabımızda niye yer alır?
Irkımızı ve mensubiyetimizi kutsamamak adına, öyle değil mi?
Ama şeytan hala, kendisinin doğru yolda olduğuna, yaptıklarının doğruluğuna inanmaktadır. Aynı şekilde Yahudiler kendilerinin üstün ırk olduklarından vazgeçmiş değillerdir. Şeytanın ve Yahudilerin doğru yolda olduklarına inanıyor olmaları ve inatla bu yolda yürümeleri onların doğru yolda olduklarına hamledemeyiz.
Bir Yahudi, yahudi gözlüğüyle İslam’a bakacak olursa hidayete eremez. Bir şeytan şaytanın gözlüğüyle “secde et” emrine odaklanmaya devam ettikçe Hz. Adem (a.s.)’i anlayamaz.
O halde kişi içinde yaşadığı çevrenin, mensubu olduğu ırkın, konuştuğu dilin, yaşadığı ülkenin şartlarından dinine bakacak olursa dinini yanlış anlama ihtimali her zaman yüksek olacaktır. Çünkü Yüce İslam Dini; bir ırka, bir bölgeye, bir ülkeye ve bir zamana bağlı olarak gönderilmiş değildir. İslam ne sadece Araplara gönderilmiştir, ne sadece Türklere gönderilmiştir, ne sadece Kürtlere gönderilmiştir. Yüce İslam ne sadece Arabistan için gelmiştir, ne de sadece Anadolu için vardır.
Bu konuyu biraz daha özele indirgeyecek olursak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Kürtler içinde yaşadıkları Kürt çevresinden, Türkler içinde bulundukları Türk çevresinden, Araplar var oldukları Arap kimliklerinden, her ülkenin vatandaşları içinde yaşadıkları ve tabi oldukları ülke mefhumundan; kural ve kaidelerinden, taraftarlar bağlanmış oldukları siyasi parti mensubiyetinden İslam’a bakacak olurlarsa kendileri ile İslam arasına kalın perdeler çekmiş olurlar. Bu kalın perdeler ortadan kaldırılmadıkça gün yüzü görülmeyecektir.
İnsanlar aydınlığa çıkmadan içinde yaşamaya alıştıkları karanlık ve loş hayatı; aydınlık ve berrak olarak algılamaya ve anlatmaya devam edeceklerdir.
Bu ve buna benzer ışığı engelleyen kalın duvarlar dünyanın her yerinde hemen her zaman vardır. Dün olduğu gibi bugün de bu zifiri karanlık insanların gözlerini kör etmiştir; hakkı haykırmanın, hakikati ortaya sermenin, doğruyu doğru, yanlışı da yanlış demenin önündeki en büyük engel olagelmiştir.
İçinde yaşadığımız bölgede görebildiğimiz kadarıyla insanların ekseriyeti söz konusu bu özellikleri ön plana aldıkları için İslam dinini pak görmüyorlar, net anlamıyorlar ve nezih bir şekilde anlatmıyorlar. Demirden mamul elbiseler içinde yaşayan ve yaşamaya alışmış insanlar nereye giderlerse gitsinler hayatı hep karanlık, havayı hep bulutlu, ortamı hep sisli, dini hep puslu göreceklerdir.
Unutmayınız! Dini Mübin; kişiler, bölgeler ve zamanlar üstü bir dindir. Hiçbir ırkı, hiçbir rengi, hiçbir ülkeyi, hiçbir siyasi kimliği, hiçbir kanunu veya kuralı kutsamaz. Kutsanan bir ırk, bir ülke, bir unsur, bir cinsiyet varsa orada hak ve hakikat mutlak manada gizlenmiştir. Bunun lamı cımı yoktur.
Bu durumu tersine çevirmek, olanı olduğu gibi görmek biz Müslümanların elinde. Bunu başarabiliriz. Başarmak zorundayız da. Değiştirilemeyen ırk, renk, dil ve cinsiyet gibi unsurlar hesap ve kitaba dahil değildir zaten. Ancak söz konusu bu unsurlar kutsanmaya başlandığı andan itibaren bariyerler, perdeler ve kalın duvarlar örülmeye başlanmış demektir.
Eğer kişi inandığı İslam dininin pencerelerinden mensubu olduğu ırkına, konuştuğu diline, içinde yaşadığı ülkesine, sahip olduğu cinsiyetine, yaşamak zorunda olduğu çevresine ve sahip olduğu siyasi kimliğine bakacak olursa dini daha doğru anlamaya kapı aralamakla kalmaz kendisini doğru tanımlamaya da başlar.
Dini Mübin'e kalın duvarlar, ışık sızdırmayan perdeler ardından bakanlar hep nakıs, hep tarafgir, hep yanlış bakmışlardır.
Geliniz dinimizi yeniden anlamaya, yeniden kavramaya, yeniden anlatmaya başlayalım. Bizimle dinimiz arasından var olan cinsiyetimizi, yücelttiğimiz ırkımızı, kutsadığımız dilimizi, ülkemizi, siyasi partimizi, aşiretimizi çıkaralım. Geliniz Yüce kitabımızın her sayfasından bu saydığımız unsurlara yeniden bakalım.
Emin olun o zaman çok şey netleşecek, hatta zihinlerimize yerleşen, iliklerimize işleyen din bile değişecektir.
Yorumlar
Kalan Karakter: