İnsanlar, içinde yaşadıkları devletlerin küçültülmüş birer mâketleridir. Devletler ne ise vatandaşları da üç aşağı beş yukarı odur. Farklılık sahip oldukları dindir.
Allah muhafaza buyursun biz Müslümanları. Allah ayaklarımızı sabit kılsın.
Dinimizi, dini verilere göre anlamadık, anlamaya da çalışmadık. Çevrede var olan bilgilere, empoze edilen fikirlere göre bir din tasarladık kafamızda. Olmadık ibadetler belirledik kendimize. Eşi benzeri bulunmayan bir yol çizdik geleceğimize. Bu da bizi doğru yola, doğru sonuca, olması gereken menzile ulaştırmadı. Yıllardır sarp dağların tepesinde oyalayıp durdu bizleri.
İnsanların kafalarında şekillendirdikleri dünya görüşlerine, yaşam biçimlerine, seküler felsefelerine, ticari ahlaklarına göre ayetleri yorumlamaktan, uyuşmayan hadisleri de inkara kalkışmaktan başka bir şey yaptıkları söylenemez. Bilerek veya bilmeyerek kafalarından ihdas ettikleri, ayet ve hadis gibi telakki ettikleri fikirler ve ideolojiler tam bir yaşam felsefesine dönüştü.
Bu durumu hala sürdürüyor olmaktan Yüce Allah’a sığınmak gerek. Bundan başka kurtuluş reçetesi bilmiyorum.
Hatta bu durum; ilahlaşmanın, peygamberleşmenin, yepyeni bir din uydurmanın ya da dini evirip çevirerek kendi yaşam şartlarına uydurmanın en bariz ifadesi olduğunu söyleyebiliriz.
Gelişen(!) ve her gün büyüyen(!) insanoğlu daha ne yapabilirdi ki…
Toplum olarak yaşamakta olduğumuz buhranların temelinde dinden uzaklaşmanın yattığını söylemek kehanet olmasa gerek. Hatta Kur’an ve Sünneti hayatımızdan diskalifiye ettiğimizden bu yana gerek devlet düzeninde ve işleyişinde gerek sosyal hayatta canlanmayan yanlış, söylenmeyen yalan, icra edilmeyen hile, gerçekleşmeyen zulüm, işlenmeyen cinayet, yenilmeyen halt, üzerinde cambaz gibi oynanmayan ip kalmadı sanırım. İşlenen hile ve desiselere hergün bir yenisini eklemekle meşgulüz.
Daha ilerisi insanoğlunun, bu yapılanların Allah tarafından görünmediğini, melekler tarafından zapturapt altına alınmadığını veya ileriki bir zamanda bu işlemlerden hesaba çekilmeyeceğini düşünmeye devam ediyor olması son derece manidar.
Her şey oyaladı bizi. Dünya ve dünyaya ait her ne varsa oyalayıp durdu bizi. Bizi biz olmaktan uzaklaştırdı. Tanınmaz kıldı. Eriyen ve yok olan buza döndürdü. Biz biz olmaktan çıktık. Yüz yıl önce bu topraklarda yaşayan dedelerimiz, ninelerimiz bugün kafalarını mezarlarından kaldırıp bize bakacak olsalar, ecnebi ülkelerinde medfun olduklarını düşünmekten kendilerini alıkoyamayacaklardır.
Hazin bir durum değil mi?
İnsanlar; Peygamberden, Kitaptan ve Allah’ın uygulamalarını istediği şeriatten uzaklaştıkları oranda vahşileşirler ve tek tip olurlar Aylardır Gazze’de dünyanın gözü önünde yaşanan soykırım, gerçekleşen vahşet ve her gün katlanarak devam eden katliamlar bunun en bariz ispatı olduğunu düşünüyorum. Bakmayın siz, Yahudilerin veya Yahudileşen insanların kendilerini masum ve üstün görmeye çalıştıklarına. Bakmayın siz İsrail’e sınırsız destek veren insanların kendilerini medeni sandıklarına. İnsanların vahiyden uzaklaşma oranlarına göre yaşamları ve düşünceleri aynı çizgide birleştiklerine ve tek tip olduklarına şahit olmaktayız. Avrupa ülkelerinin İsrail vahşetine kayıtsız ve şartsız destek veriyor olması bunun en güzel ispatı değil midir?
Bu toplumlara taş devri toplumu da, ilk çağ devri toplumu da, cahiliye devri toplumu da, insanlıktan çıkmış vahşi devri toplumu da, medeniyet ve teknoloji devri toplumu da diyebilirsiniz. Ne derseniz deyin sonuç değişmeyecektir. Gazze’de insanlar kıyımdan geçmeye devam etmektedir. Dünya arenasında her gün tekrarlanan argümanlar değişmedi ve değişeceğe de benzemiyor. Aynı iş ve işlemleri yapan insanların söylemlerinin ne olduğunun hiçbir önemi kalmıyor artık. İsrail ve yandaşlarına; insanlık açısından baktığımız vakit aralarında hiçbir farkın olmadığını rahatlıkla görebiliriz.
Bir işi, bir hareketi, bir bölgeyi, bir toprağı, bir mesleği, bir kazancı, bir uğraşı ulvi ve kutsi kılan yegane unsur Kur’an ve Sünnet’e uygun olmasıdır. Bu iki asli kaynaktan beslenmeyen insanların ana kaynağı şeytan olmak zorundadır. Esin kaynağı değişmediğine göre aynı yerde aynı işler işlenmeye devam edecektir.
Buradan baktığımız vakit Kur’an ve Sünnet çerçevesinde yaşamayan ve düşünmeyen insanlar arasında isimlerinin farklı olmasının, ülke veya birey olmasının hiçbir önemi kalmıyor.
Gerisi angarya...
Gazze’nin çevresinde yer alan ülkelerin kendilerini doğru ve doğru yolda olduklarını söylemeleri veya bunu iddia etmeleri ayrı bir konudur, Kur’an ve Sünnet’e göre doğru veya doğru yolda olmaları apayrı bir konudur. Bunları birbirine karıştırmamamız gerekir. Birbirinden farklı iki konunun birbiriyle kıyaslanması, bir ortamda ve aynı potada eritilmeye çalışılması dahi kâbil değildir.
Kendimizi ve içinde yaşamakta olduğumuz toplumu Kur’an ve sünnet ölçülerine göre ölçmek zorundayız. Doğruluğumuzu ve yanlışlığımızı bu iki mikyas ile belirlemek durumundayız. Yoksa her insan, her ülke kendisinin doğru ve doğru yolda olduğunu iddia edebilir.
Atış serbest.
Ancak iddia etmek doğruluk için yeterli bir sebep değildir, ispat da kaçınılmaz bir durumdur.
Yorumlar
Kalan Karakter: