Türkiye'de entel sayılmak için Kur’an’a rağmen fikir ileri sürmek önemli bir şarttır. Ancak İslam’a göre Müslüman olmanın, edepli sayılmanın, adam yerine konulmanın, değer kazanmanın yegane şartı ayetin olduğu yerde sukut etmektir. Allah’ın ileri sürdüğü doğrulara alternatif yeni doğrular, yeni fikirler ileri sürmekten içtinap edenler Müslümanlardan başkası değildir.
Her platformda hakkı ve hakikati dile getireceğiz. Doğruyu, doğru anlatacağız. Evirmek yok, kıvırmak yok, aman bana ne demek de yok. Tek derdimiz Allah’ı kızdırmamak olmalı. Ancak anlatırken yüreğe dokunmanın gayretinde de olacağız. Yüreğe dokunmadan anlatacağımız, belleteceğimiz pek bir şey olamaz. Ancak kalbini kilitleyen, dışa açılan tüm kapıları kapatan, kulağını tıkayan, gözüne perde çeken, başını kuma gömen birine anlatacak bir şey yoktur. Ancak Nuh (a.s.)’ın şu söylediklerini unutmamak lazım: “Kuşkusuz sen onları bağışlayasın diye kendilerini her davet edişimde parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, inanmamakta direndiler ve büyük bir kibir gösterdiler.” (Nuh/7)
Doğruyu anlatmak bizden, yüreğe dokunmak da bizden, istesin istemesin herkese anlatmak da bizden ancak yüreğini kalın duvarlarla örmüş, metrelerce yerin dibine girerek saklanan birine ulaşabilmemiz de mümkün değildir. Hidayet Allah’tandır. “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara/7)
Sanırım Kur’an’ın anlattığı kıssaları birer masal olarak okuyoruz. Bize bakan tarafı yokmuş gibi davranıyoruz. Bu konuda kendimizi aldatmaktan, başımızı kuma gömmekten başka bir şey yapmıyoruz. Çuvaldızı başkasına batırma konusunda mahir olan bizler, iğneyi kendimize batırmakta tereddüt gösteriyoruz. Bize yönelik olabileceği ile ilgili en ufak bir hisse dahi çıkarmıyoruz. Hele bugüne, içinde yaşadığımız topluma, belki de bize dokunur, içinde debelenip durduğumuz yanlışlarımızı yüzümüze vurur diye hiç mi hiç yorumlamıyoruz.
O Peygamber öyle yaptı. Evet, O kavim böyle yaptı. Evet, Evet, O insanlar şöyle yaptılar. O kadar. Neredeyse Kur’an’ın yarısına ihtiva eden Ehl-i Kitap ile ilgili anlatımları anlamaya yanaşmıyoruz, kendimize yorumlamıyoruz. Hz. Musa’nın karşı çıktığı Firavun’u bugüne getiremiyoruz. Böylesi bir durumun bugün olabileceğine inanmıyoruz.
“Ey Muhammed! Şimdi sen, sana emrolunanı açıkça ortaya koy ve Allah’a ortak koşanlara aldırış etme." (Hicr/94) Bu âyet bizlere eveleyerek geveleyerek dini anlatmayı değil, kimin kızdığına, kimin köpürdüğüne, kimin sevindiğine, kimin alkış çaldığına aldırış etmeden olanı olduğu gibi anlatmamızı emreder, ancak yumuşak bir üslupla.
Şeytan her insanı aynı şekilde aynı tuzağa çekmeye çalışmaz. Her platformda aynı hileyi ileri sürmüş olsaydı inandırıcılığını da kaybeder, yüzüne tükürecek bir insan dahi bulunmazdı yeryüzünde. Ancak bunun bilincinde olan Şeytan, her insanın yapısına uygun yepyeni bir tuzak kurmanın derdindedir. Kimi insanın ayaklarını yerden keserek kandırır, kimi insanı yerde sürüm sürüm süründürerek kandırır. Kimisinin ismini kutsallaştırarak, kimisinin cismini putlaştırarak, kimisinin enaniyetini ilahlaştırarak, kimisinin okumuşluğunu kutsallaştırarak, kimisinin cahilliğini bahane ederek kandırır. Kimisinin geçmişi ile övünmek suretiyle kandırırken kimisini geleceğe ait planlar peşinde koşturarak alt etmeye çalışır. “Kimi nerede düşürebilirsem kâr” hesabını gütmektedir.
Firavun dönemindeki sihirbazlar bütün maharetlerini ve o günün teknolojik aletlerini kullanarak Musa (a.s.)’yı yani hakkı ve hakikati; batıl, atıl, haksız ve uydurulmuş bir din gibi göstermeye çalışıyorlardı. Şayet Allah’ın dinini ortadan kaldırabilselerdi Firavun’un yanında yüksek yüksek makamlara çıkmakla kalmayacak aynı zamanda zengin de olacaklardı.
Evet, dünya makamı, dünya metaı hakkı batıl göstermeye itti kimi insanı.
Kur’an’da anlatılan sihirbazlar, Firavun dönemiyle sınırlı kalacak değildir elbet. Kur’an anlatıyorsa, ismi değişik olsa da bugün de vardırlar. Aynı işlevi icra eden sihirbazlar isimlerinin sihirbaz olduğunu söylemezler. Bugünün modern(!) sihirbazları da Müslümanları cani, canileri de en büyük kurtarıcı olarak millete lanse etmeye çalışıyorlar. Alkış üstüne alkış da alıyor bu sihir… Sihirbazların işlevlerini, mesleklerini, nelerle meşgul olduklarını bilmezseniz gözünüzün önünde oynatılan figüranlara ağzınız açık aldanabilirsiniz. “Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. (O gün) her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (İsra/71)
İyi ki de şaşmayan, kimseden utanmayan ve çekinmeyen, hakkı ve hukuku her yerde ortaya seren bir kitabımız var. Yoksa her okus pokus diyen insanları hakkın ve hakikatin yılmaz savunucusu olarak belleyecek ve peşinden gözü kapalı yürüyecektik.
“Gel sana nasihat edeyim” diyen her nasihatçıyı doğru söyleyeceğine inanmayız. Kur’an’ın tüm dürtmelerine rağmen henüz uyanamamış kimi insan buna hemen kanabilir.
Müslümanın kendine has bir rengi ve kendine has bir kokusu vardır. Kur’an renk verdiği bir kokudur bu. Girdiği ortamın rengine ayak uydurmayacağı gibi kokusuna da aldanmaz. Kendine has rengiyle, kendine has kokusuyla, kendine has endamıyla ortamlara girer. İçinde yaşadığı ortamları kendi rengiyle, kendi kokusuyla şenlendirir ve yine kendine has bir vakarla yoluna devam eder.
Yorumlar
Kalan Karakter: