Dünya, şartları belirlenmiş, zamanı kurgulanmış bir imtihan meydanıdır. Hz. Adem (a.s.)’dan bu yana nice insan sahne aldı bu arenada. Kazanan da oldu kaybeden de… Kazanmak da kaybetmek de yaptığımız bilinçli tercihlerimizle doğru orantılı olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Tabi ki asıl ve tek gayemiz kazanmak... Bu, hiç de kolay değil... Nefis, şeytan, şeytanlaşmış insanlar, dünya metaı, zevkler, arzular ve istekler… Ancak imtihanın varlığı bunları zorunlu kılmakta.
O halde insanlara, şeytanlara ve kurulmuş her türlü tuzağa rağmen cenneti kazanmak zorundayım. Hayat memat meselesi. Nefsimi okşayarak pohpohlamak, dünyadaki konumuma halel getirmemek, huzurumu bozmamak, haram kazancımdan feragat etmemek, oturduğum koltuktan kalkmamak adına bahaneler ileri süremem. Şeytanın kullandığı en büyük enstrüman, bahane…
Allah tarafından gönderilen Hak’tan yüz çeviremem ancak batılı Hak’tan üstün tutmaya da kalkışamam. Çünkü hak ile batıl birbirinden tamamıyla ayrılmıştır. (Bakara/256) Dileyen dilediği yolda, dilediği şekilde yaşam düzenine devam edebilir.
İmtihan; tercihlerin bileşkesidir.
Zaman zaman kimi yanlışları doğru göstermeye kalkışan insanlar dün olduğu gibi bugün de varlardır. Kimi doğruları yanlış, kimi yanlışları da doğru göstermeye kalkışabilirler. Bu imtihan arenasında bu tip insanlar hiç eksilmez. Çünkü imtihan devam ediyor.
Her insan bu dünyaya bir sefer gelir. Ben de bir sefer geldim. İstesem de ikinci kez gelme şansına sahip değilim. O halde bana bazı şartlar dahilinde vaat edilen cenneti, cehenneme çevirmek isteyenlere papuc bırakamam. “Ey insanlar! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. Sakın çok aldatıcı (şeytan), Allah hakkında sizi aldatmasın. (Fatır/5) Her şart dahilinde bu ilahi tavsiyeye uymaya çalışır, önüme sürülen hile ve desiselerle zaman öldüreye de yeltenmem. Ben, ben olmak zorundayım. Ben ki İslam ile programlanmış, Din-i Mübin ile yetişmiş, ayetler ile bezenmiş, Peygamber ile yolu çizilmiş, hadislerle şekillenmiş, Allah rızasına talip, cennete arzulu bir Müslümanım.
O halde ben, insanların yaptıklarını değil, Allah’ın emirlerini yerine getirmekle, yasaklarından içtinap etmekle, dini vecibelerimi ne pahasına olursa olsun ifa etmekle, peygambere tabi olmakla mükellefim. Bu mükellefiyetimi hiçbir şeye değişemem. Dünya yıkılsa da ben, ben olarak yoluma kararlılıkla devam etmek zorundayım.
Hz. Adem (a.s.)’in cennetten çıkarılıp dünyaya gönderilişi şeytanın tuzaklarına karşı kararlı durmayışının bir sonucu değil miydi? “Andolsun, bundan önce biz Adem’e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme, diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.” (Ta-Ha/115) Allah’ın emirlerine intisap, yasaklarından da içtinap etmeyen ve şeytanın tuzaklarına karşı kararlı durmayan insanların savrulacakları mekanı düşünmek dahi istemiyorum.
Yer yüzünde Kur’an’a uyan, Peygambere benzeyen hiçbir Müslüman bulamazsam dahi dini vecibelerimi yerine getirme konusunda hiçbir bahanenin ardına sığınamam. Çünkü: “Hatta, mazeretlerini ortaya koysa da, o gün insan kendi aleyhine şahittir.” (Kıyame/14-15) Kendi aleyhimde şahitlik yapacağım, içimde var olan her niyyet ve arzunun ortaya döküleceği bir zamana mutlaka kavuşacağım. Buna olan inancım tamdır. İman etmeyenler veya yüreklerinde yer edinmiş kuşkuyu söküp atamayanlar kendi durumlarını kendileri müşahede edebilirler. Nasıl olsa hesaplarını kendileri verecekler.
Yüce Allah Hz. Adem (a.s.)’dan başlayarak Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar gelmiş tüm elçilerine bir cennetin varlığını bildirmekle kalmadı, bu cennetin iyilerin hakkı olduğunu da vaat etti. Ve yine Hz. Adem (a.s.)’dan başlayarak tüm elçilerine kıyamete kadar gelecek kafirlerin tamamı için bir cehennemin varlığından da haberdar etti. Nimetlerle taltif vaadi ve azabla tehdit benim için de geçerlidir. Cennete girmenin şartlarını yerine getirebilirsem, Peygamberlerin de girdiği o cennete girer, zevk-ü sefayı ebedi bir şekilde sürerim. Ancak tehditlere kulak asmaz, emir ve yasaklara göre bir yaşam düzenlemez, arzu ve isteklerimin peşinden yürümeye devam edersem kafirler için var olduğu bildirilen cehenneme duçar kalırım. Bu kesindir. Bu değişmeyecek bir durum, tebdil edilmeyecek bir konudur. “Bu Allah’ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz; ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum/6)
Ben dışarıda kaldıktan sonra değil şu anda yeryüzünde yaşayan sekiz milyar insanın tamamı dünyaya ayak basmış tüm insanlar cennete girseler dahi bana verebilecekleri hiçbir fayda yoktur. Ve yine yalnızca ben cenneti hak etmişsem gelmiş geçmiş insanların tamamı cehenneme duçar kalsalar dahi bana verebilecekleri zerre miktarınca bir zarar da söz konusu değildir.
İman bunu gerektirir.
O halde ben, ben ve yine ben.
Yorumlar
Kalan Karakter: