Sağıma soluma bakmadan, kimin nerede durduğuyla, ne yaptığıyla, nasıl düşündüğüyle ilgilenmeden tüm Peygamberlerin talip oldukları cennete talip olmak zorundayım. Ve yine ben kimin ne söylediğiyle ilgilenmeden tüm Peygamberlerin yalvar yakar uzaklaşmak istedikleri cehennemden uzaklaşmak zorundayım. Cennetin de cehennemin de birer tane olduğunu hiçbir zaman silemem zihnimden.
İnsanlara bakarak Müslüman olan kişiler yine insanlara bakarak dinden çıkabilirler. “Haydan gelen huya gider.” hesabı bu olsa gerek. Bu tip insanlar dine girerken de dinden çıkarken de dini bilmiyorlardı, Allah’ı, kitabı, Peygamberi tanımıyorlardı. Öğrenmemişlerdi dini vecibeleri…
Ben çevremde yaşayan insanlara bakarak iman etmedim ki çevremdeki insanların yanlışlarına, küstahça ve münafıkça davranışlarına, küfrü mucip kılan söz ve eylemlerine bakarak Yüce Din-i İslam’ı kötüleyeyim.
Sahi ben, bu kadar insafsız ve zalim olabilir miyim?
Asıl olması gereken şey Kur’an ve Sünnet ışığında Müslüman olabilmektir. Kur’an ve Sünnet ışığında bir hayatı düzenleyebilmektir. Kur’an ve Sünnet ışığında bir düşünceyi sürdürebilmektir. Kur’an ve Sünnetin izin verdiği sözleri ve eylemleri sergileyebilmektir. Bu, hem meşakkatlidir hem de Kur'an ve Sünneti sürekli ve dakik bir şekilde okumayı zorunlu kılar.
Dünya arenasında sahip oldukları azıkları Kur’an ve sünnet olmayan insanların Sırat-ı Müstakim zere yürüyebilmeleri mümkün değildir. Allah’ın, geçmişten gelen vaadine ve tehdidine mugayyirdir.
Şahsen bu ayetlere dikkatle odaklanmanın vaktinin geldiğini düşünüyorum.
Kimi insanın kendisine hitap etmediğini, kendisini ilgilendirmediğini düşünebilir. Bu tamamıyla bir tercih meselesidir: “İnkar edenlere gelince; onların amelleri ıssız bir çöldeki serap gibidir. Susamış kimse onu su sanır. Yanına geldiğinde hiçbir şey bulamaz. (Tıpkı bunun gibi kafir de hesap günü amellerinden bir şey bulamaz). Ancak Allah’ı yanında bulur da Allah onun hesabını tastamam görür. Allah, hesabı çabuk görendir. Yahut (inkarcıların küfür içindeki halleri) derin bir denizdeki karanlıklar gibidir. (Bir deniz ki) onu dalga üstüne dalga kaplıyor, üstünde de bulutlar var. Karanlıklar üstüne karanlıklar. İnsan, elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez. Kime Allah nur vermezse, onun için nur diye bir şey yoktur.” (Nur/39-40)
Her ayeti düşüncemize nakşetmemiz gerektiği gibi hayatımıza indirmek zorundayız. Günümüzde icra edilen siyaset, ekonomi, ticaret, sosyal hayat, eğitim ve öğretim ya da hukuk ile ilgili her çeşit tartışmanın doğruluğunu, yanlışlığını veya olması gereken konumunu bildiren bir ayet, bir hadis mutlaka vardır.
Ayet ve hadisler hayatı inşa ederler. İnanç bunu gerektirir. Kafirlerin hayatında ve düşünce yapılarında ayetler yer almaz.
Hayatın akışıyla ilişkilendirilemeyen her ayet veya her hadis mecrasından uzaklaştırılmış veya bağlamından koparılmış demektir. Kimi insan; günlük hayatta cereyan eden iş ve işlemlerle ilgili ayetleri veya hadisleri dile getirdiğimiz vakit bizi hemen siyasi tarafgirlik yapmakla suçlayabilir. Halbuki tartışmayı başlatan biz değiliz; taraflardan biri olmadığımız gibi kazanan da kaybeden de biz değiliz. O halde bir insan dile getirilen bir ayetten niye gocunur, ortaya serilen bir hadisten niye kuşku duyar?
Ayetler ve hadisler isim, cisim, konum, zaman ve mekan itibariyle kimseye bakmaz. Kimseye iltimas da geçmez. Kimin doğru söylediğini, kimin hangi yanlışta bile bile direttiğini tespit ve ispat eder.
Cennetin ve cehennemin ayetlere ve hadislere göre şekilleneceğini kimseler inkar edemez. O halde hayatımıza, cereyan eden iş ve işlemlere ayet ve hadis gözlüğüyle bakmak zorundayız. Soyutlayamayız hayatımızın hiçbir noktasını. Ayetlerden uzak kör bir nokta bırakamayız düşüncemizi.
Ayet veya hadis sana ters geldiyse, söylediklerini ve yapmakta olduklarını boşa çıkararak yalanladıysa başkasını suçlama. Ayetlerin elini kolunu bağlayarak işlevsiz hale getirme!
İşe kendinden başla. Mesela tartışmadaki konumunu, sahip olduğun makamı değiştirebilirsin. Olmadı; tartışmadaki sözlerini ve sahip olduğun dünya görüşünü gözden geçir!
Cenneti kazanmak için Kur'an-ı Kerim’de Nuh (a.s)'un diliyle anlatılan şu gerçeğe topluca odaklanmamız gerektiğini düşünüyorum. "Gerçekten de, (imana gelmeleri ve böylece) günahlarını bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, (beni görmemek için) elbiselerine büründüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler." (Nuh/7)
Kulaklarımız hak ve hakikate karşı tıkalı mı? Gözlerimiz olması gerekenleri müşahede edebiliyor mu?
Düşüncelerimiz yapmamız gerekenlere yol çizebiliyor mu? İlahi emirleri duymamıza engel olan unsurlar var mı, varsa nelerdir bunlar? Sahi hangi müzik parçası, hangi şarkı, hangi türkü, hangi siyasi partinin propagandası, hangi futbol takımının stadyumlarda yükselen şirki mucip nakaratları, kulaklıktan yayılan hangi nağmeler ayetleri duymamıza engel olmakta?
Hangi sinema filmi, hangi dizi, hangi reklam, bilgisayarın hangi oyunları, okuduğumuz hangi roman, yazdığımız hangi yazı, daldığımız hangi ekran gözlerimizi köreltmekte, Kur'an'la hemhal olmaya bir perde, bir set görevini üstlenmekte?
Kur'an'da geçen kıssaları anlayabiliyor, kavrayabiliyor muyuz? Bildiğini iddia eden insanlar, bu kıssaları bugüne yorumlayabiliyorlar, günümüzde cereyan eden iş ve işlemlere uyarlayabiliyor mu?
Yoksa bu kadar çirkef bir yaşam, abuk sabuk bir düşünce, akıl almaz bir kültür, tahayyül edilemeyen bir edebiyat, İslam'dan fersah fersah uzak bir toplum oluşur muydu?
Bunu yapmak için zamanımız ve imkanımız var. Tercihte bulunmak, gidişatı değiştirmek bizim elimizde. Başkasına dokunamıyor veya ilişemiyor olsak da kendimizden başlamak zor olmasa gerek.
Yorumlar
Kalan Karakter: