Teknolojiyi kullanarak insanları manipüle etmek çok kolaydır. Bunun için de algı yönetimi gereklidir. İnsanların algısını yönetebilirseniz işiniz tamam. Bu dünyada iş görür, el üstünde taşınırsınız.
Nasıl olsa ahiret yurdunda karşınıza çıkacak olan hesabı siz vereceksiniz.
Bunun için adam; “Şair ne güzel söyledi, yazar haklılığını şu muhteşem cümleler ile ortaya koydu, ressam duygularımıza tercüman oldu, senarist bu sahneyle geleceği okudu.” diye yazıyor satırlarına. Yazdığı her cümlesi ile bir yerlerden referans aldığını, cahil olmadığını ispatlamaya çalışıyor. Aynı zamanda bununla o sözü hak ve hakikat olarak sunuyor belleklere. Bir taşla iki kuş vurmuş oluyor.
Aynı adam satırlarının hiçbirine; “Allah (c.c.) şöyle buyurdu, Hz. Muhammed (s.a.v.) böyle söyledi, dini emirlerin birinde de şöyle bir kural geçiyor.” demedi, belki de diyemedi. Ortam müsait olmadı(!) İçinden gelmediğini söylersek daha doğru olur kanısındayım.
Ancak yazılarıyla namaz kılanları sürekli eleştirdi, haca gidenlere bir fiske savurdu, zekât verenlere çattı, oruç tutanlar ile dalga geçti, Kur’an okumayı basit göstermeye, hadisler ile ilgilenmeyi sıradanlaşmaya örnek verdi. Kalemi bu konuda da keskindi.
Yahudilerin haklılığını dili döndüğünce ortaya koymaya çalıştı, Hristiyanların medeni olduklarından dem vurdu, ateistlerin akıllı olduklarını ileri sürdü, müşriklerin haklarına sarıldı. Nedense sıra Müslümanları tanıtmaya, ayet ve hadislerden yola çıkmaya gelmiyordu.
İstemiyor muydu yoksa zaman mı yetmiyordu?
Her ne zaman kendisine; “Niye böyle yapıyorsun?” diye sorulduğunda pişmiş kelle gibi sırıtarak Müslüman olduğuna vurgu yapmaya çalışıyordu. Buna niçin gerek duyduğuna da akıl sır erdiremezdi kimse.
Aynı adam sakala karşı değildi, sünnet olan sakala karşı olduğunu her fırsatta dile getiriyordu. Örtüye karşı değildi, farz olan tesettüre karşıydı. Selam vermeye karşı değildi, sünnet olan selamlaşmaya karşıydı. Yüksek sesle söylenen müziğe karşı değildi, okunan ezana tahammül edemiyordu. Şeriat kavramından da alerji duyuyordu. Tüyleri diken diken oluyordu bu kavramı duyduğunda. Uluorta kadınların erkeklerle elele tutuşarak sergiledikleri dansı medeniyet olarak tanıtıyordu ama parkta bir araya gelen üç beş delikanlının cemaat ile namaz kılmalarına şiddetle karşı çıkıyordu. Kitap okumaya karşı değildi, bunu teşvik ederdi çoğu zaman, okunan kitabın dini olduğuna şahitlik yaptığında da kırmızı görmüş boğaya dönerdi. Kanunlara ve kurallara karşı değildi, kanunların ve kuralların dini olmasına, Müslümanları kapsamasına şiddetle karşı çıkıyordu. Kısacası dini olan her şeye karşıydı. Bu konuda adamın hakkını yememek lazım, dinin kendisine karışmasına da karşı çıkıyordu. O kadar adildi yani.
Gel de çık bu işin içinden.
Gel zaman git zaman hak vaki oldu, öldü bu adam.
Her beşer için olduğu gibi bu adam için de ölüm vakti geldi çattı. Ne bir saniye erken ne de bir saniye geç oldu. Tam vaktinde, tam yerinde ve olması gereken vechiyle geldi ölüm. Ancak o buna hazırlık yapmamıştı. Hazırlıksız yakalanmıştı. Her şeye hazırlıklıydı, hazır cevap biriydi. Ancak ölüm karşısında içine düştüğü çaresizliği, debelenme biçimini, altına kaçırma olayını görmeniz lazımdı. İnsan bu kadar mı çaresiz kalırdı?
Hiç kimse tam teşekküllü hazır değil bu yolculuğa, burası kesin. Ancak ölümü umursamayan, davranışlarıyla bu olayı inkâr eden insan çok fazla… Ortalık “Ölüm gelmez, ben ölmem, daha çok vaktim var.” diyenlerden geçilmiyor. Hesap yok, kitaptan habersiz…
Kimisi inkârın içindeyken can verdi kimisi imanın zirvesindeyken yer değiştirdi. Ancak gittiler ardı sıra. Sardılar üç beş metrelik, çapsız ve dikişsiz beyaz bir kumaşa. Gömdüler kara toprağa. Ölmeden önce olabildiğince çıplaktı, üzerinde neredeyse elbise yoktu, ölünce beş kat elbise ile örttüler üstünü. Namaz yoktu hayatında, oruca da niyet etmemişti henüz. Salvolarına kulak misafiri olanlar toplandılar. İyi bir şahsiyet olduğuna şahitlik yaptılar hep bir ağızdan. Allah’ın rahmetini de çokça dilediler.
İşi vardı, gücü vardı, alacağı diplomaları, oturacağı koltukları, ulaşacağı hedefleri, tırmanacağı şöhret basamakları, şerefini yere sermek üzere sıraya koyduğu dindar insanların sayısı daha çoktu. Yarıda kaldı her şey, yarım kaldı yazıları, saldırıları, naraları.
Her insanın kusuru, hatası, eksiği veya günahı mutlaka vardır. Hatasızlık, günahsızlık veya kusursuzluk Peygamberlere ve meleklere mahsus bir durumdur. Bunun bilincindeyiz. Ancak dini değerlerle iş görmeyen, hatta dini değerleri her fırsatta yere seren, ayaklarının altına alan bu gibi şahıslar için iyi bir söz çıkmaz ağzımızdan.
Bir hata, bir kusur, bir günah üzerinden Müslümanları eleştirmek, genel itibarıyla tüm Müslümanları töhmet altında bırakacak şekilde hedef tahtasına koymak, bunu iş edinmek doğru da değildir şık da değildir İslami de değildir insani de değildir. Hesabı ağır, vebali büyük olan bir iştir. Müslümana yakışan bir durum hiç değildir.
İlla eleştirecekseniz, illa dilinize dolayacaksanız, illa karşı çıkacaksanız evvela müşrikleri eleştirmekle, onları dilinize dolamakla işe başlayın. O kadar eleştirin ki müşriklerin ağızlarını ve burunlarını dağıtın. Müşrik olmanın önüne set ve bent çekin. Yetmedi, Yahudileri eleştirin. Çarşaf çarşaf pisliklerini serin yere. Yine mi yetmedi, yine mi hızınızı alamadınız? Bu sefer Hristiyanları hedef tahtasına koyun. Evire çevire dövün. Yine de mi yetmedi size. Bu sefer münafıkları eleştirmeye başlayın, pataklayın hatta boylu boyunca yere serin.
Belki ahirette size bir faydası dokunur bu işin.
Yorumlar
Kalan Karakter: