Adamın biri günün birinde, bir beldede, cebren ve hile ile;
Etrafına bir çok insanı toplayarak kimsenin yakasını kurtaramayacağı büyük bir bataklık meydana getirdiğini farzedelim. Bu bataklığın yıllar yılı devam etmesi adına çakılması gereken irili ufaklı kazıkları da çakmış her tarafa. Bataklığa isteyerek veya istemeden saplansınlar diye de her türlü hilebazlığı, her türlü ahlaksızlığı, her türlü düzenbazlığı da kanunî hale getirerek zorbalığın dibini sıyırdığını düşünelim. Anlayacağınız bataklığın payitaht olması adına ne gerekiyorsa o yapılmış.
Günün birinde birileri uyanır da bu bataklığın, bataklık olduğunu çevreye deklare etmesinler diye de sihirbazlar görevlendirmiş. Söz konusu bu görevli sihirbazlar sabah akşam satın aldıkları bilgi ile renkli ve sihirli kutular aracılığıyla adına reklam dedikleri, şatafatlı bültenlerle bataklığın tanıtımını yapmaktadırlar. “Kirlenmek güzeldir. Ateş seni çağırıyor.” reklamlarında olduğu gibi…
Sabah akşam bilgi, ilim ve fen adı altında laboratuvarlarda; toplumun sosyolojisini okumaya, insanın psikolojisini çözümlemeye kalkışıyorlar bu sihirbazlar.
Az gitmişler, uz gitmişler. Sabah akşam, zil zurna sarhoş oluncaya kadar içmişler. Dereyi geçmeden, tepeyi aşmadan geri dönmek zorunda kalmışlar. Ancak bu işe yıllarını vermişler.
Bu bataklığa gelen saplanıyor, giden saplanıyor. Bu beldede yaşayıp da bu çirkeften, bu pislikten, bu bataklıktan nemalanmayan insan yok denecek kadar azalmış. Kimisi isteyerek elini yüzünü bulaştırmış, kimisi isteyerek elbiselerine sıçratmış. Kimisi de buz denizinde yürüyor imajını veriyormuş etrafına. Ancak; bataklığın, bataklık olup olmadığını bilmeden balıklama atlayanların sayısını bilen henüz ortaya çıkmamış.
Zaman gelmiş, devran dönmüş artık insanlar, bu bataklığı çamur banyosu gibi kullanır hale gelmişler. Alışkanlık kazanmış herkes.
Kokusundan kafayı oynatanlar, baygın bir şekilde akşama ulaşanlar, ne yaptığını bilmez bir vaziyette çöplüğün dibinde sabahlayanlar ise cabası.
Ellerine birer pamuk çubuğunu alıp sabahlara kadar ortalıkta dolaşarak nöbet tuttuğunu iddia edenlerden geçilmiyor caddeler ve sokaklar…
Farklı okumalar, ilahi bilgiler neticesinde bataklığa saplanmadan yoluna devam etmek isteyen insanların ya annesi, ya babası, ya eşi, ya evladı boğulacak duruma gelmiş bu çirkef dehlizinde.
Günün birinde bir insan kazaen bu bataklığa düştüyse, ya da bu bataklığın içinde doğduysa, ya da alması gereken eğitim kendisine bu bataklığı övücü cümleler eşliğinde verildi ise; okuması için eline tutuşturularak tavsiye edilen, her gün reklamı yapılan kitaplar bu bataklığı göklere çıkararak alkışlayan kitaplar ise, cüsseleri büyük adamlar her gün gazete ve televizyonlardan bu bataklığı bulunmaz Hint kumaşı olarak taktim ediyorlarsa ne diyeceğiz, nasıl davranacağız, nasıl bir tavır takınacağız?
Yapılan şaşalı reklamlara bakarak bataklığın, bataklık olmadığını iddia edebilir miyiz?
İsteyerek veya istemeden içine düşen insanları müşahede ettikçe bataklığı mı suçlayacağız, yoksa bataklığa saplanan insanları mı taşa tutacağız?
Öncelikle kötülüğe kapı aralayan, gelene gidene bulaşan bu bataklığı suçlamak gerekmez mi? Ve Müslümanım diyen her insanın var gücüyle bu bataklığı kurutmaya, insanlara bu bataklığa saplanmaması için elinden geleni sarfetmesi gerekmez mi?
Hiç bir şey yapmadan;
“Bataklığa niye düştün? Çamura niye bulaştın? Yapılan reklamlara niye kandın? Sen ne biçim insansın? Aklın ve ferasetin yok muydu?” diye insanları ayıplamak, kusur aramak insani bir iş olduğunu kim iddia edebilir?
Bu minvalde yapılan çağrıların tamamının iyi niyet taşımadığına olan inancım tamdır.
Elbette imtihan dünyasındayız ve hepimiz bu imtihan koridorunda yürümekteyiz. Elbette söylediklerimizle, yaptıklarımızla, düşündüklerimizle, gördüklerimizle ve içinde bulunduğumuz ortamla imtihan olacağız.
Bataklığa gömülen de imtihandadır, bataklığa yol açan da, bataklığa bulaşan da imtihandadır, bataklığın reklamını yapan da...
Bataklığa saplanmış bir insanı ayıplamak, kötülüklerini sürekli dile getirmek mi, yoksa asıl bataklığı işaret ederek önlem alınmasını sağlamak mı daha önemlidir?
Ağzı olan inanların dile getirdikleri her iki kelimeden biri, kuşkusuz Hz. Ömer (r.a.)’in adaleti olduğunu hepimiz hemen her gün şahit olmaktayız. Halbuki Hz. Ömer (r.a.)’in adaletinde hırsızlık yapan insanın elini kesmeden önce hırsızlığa sebebiyet veren ana unsurları kurutmaya çalıştığını herkes gayet iyi bilir.
Hz. Ömer (r.a.)’in adaleti; hile ile kurgulanmış, cebren ile şekillenmiş bir bataklığın içinde bulunmaz.
Yoldaki tehlikeyi ortadan kaldırmak, yolun ortasında oluşmuş dev obrukları doldurmak yerine tek tek sürücüleri uyarmaya kalkışmak her zaman sağlıklı bir sonuç vermeyebilir.
Bataklığın etrafında nöbet tutarak sahip çıkarak ancak iyi niyetli olduğunu deklare etmek adına kimi yolcuyu uyarmaya çalışan insanın akıllı olup olmadıklarına hep şüphe ile yaklaşmışımdır.
Yolda bulunan tehlikeleri bertaraf ederek işe girişmek yani kazaya sebebiyet veren unsurları diskalifiye etmeye çalışmak İslam’ın en önemli görevidir.
Asıl söylemek istediğimiz şey şudur. Siz de iyi bilirsiniz ki; pisliğin yuvasını kurutmadan pis kokulardan kurtulmaya çalışmak beyhudedir.
Güzel kokan güller; her zaman pisliği kurutulmuş, nezih ve temiz topraklarda yetiştiğini unutmayınız!
Yorumlar
Kalan Karakter: