İnsanlar serapta, sisli ve puslu havada yürüdükleri kadar berrak, temiz ve nezih havayı teneffüs etmeye yanaşmıyorlar. Bu durumu okudukları fantastik, hayali ve ayağı yere basmayan, tamamıyla uzay boşluğunda kanatsız uçmayı öğütleyen kitaplardan aldıklarını söyleyebilirim. Sürekli serapta, sürekli sisli bir havada, sürekli puslu bir ortamda yürüyen, uzay boşluğunda kanatsız bir şekilde uçuşan bir insan mayışır ve nereye savrulduğunu bilemediği gibi anlayamaz da.
Yüce Allah hemen her insanı öğüt alabilecek bir süre kadar hayat hakkı tanımaktadır. “Öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar bir süre sizi yaşatmadık mı?” (Fatır/37) Hayatında öğüt veren bir ortamda bulunmamış, öğüt veren bir kitap okumamış, öğüt veren bir arkadaş edinmemiş bir insan nasıl öğüt alsın? Yaşamı boyunca seraptan çıkmamış bir insanın doğru yönü tespit etmesi nasıl mümkün olacaktır? Hakkı ve hakikati bulması için ancak bulunduğu ortamdan ayrılması, okuduklarını değiştirmesi, kötü arkadaş çevresini terk etmesi arayış için bir zorunluluktur.
Kişinin yürüdüğü yolu bilmesi, ayaklarının sapasağlam bir şekilde yere basması ve yolculuğunun ne manaya geldiğini anlaması için havanın açık olması gerektiği gibi olaylara aklının basması da şart. Köreltilmiş gözler hakikati göremeyeceği gibi tutsak edilmiş bedenler de kendilerine ait kural ve kaidelere uymakta zorluk çekecektir.
İnsanoğlu için belirlenmiş kuralların ve kaidelerinin olması kaçınılmazdır. Havanın açması, her tarafın net ve berrak görülmesi de hakkı ve hakikati görmek açısından da bir zorunluluktur. Hakkı ve hakikati de ancak doğru kaynaklardan okuyarak edinebilir insan. O halde doğru bir zeminde yol almak için doğru okumalar şarttır.
Ancak inanmak ve hayatına çeki düzen vermek istemeyen insanlar her türlü bahaneyi ileri sürebilirler. “(Sonra Nuh:) Rabbim! dedi, doğrusu ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim; Fakat benim davetim, ancak kaçmalarını arttırdı." (Nuh/5-6)
Ayakları yere basmayan, hayal aleminden dışarı çıkmayan, reel hayatla karşılaşmak istemeyen, iman ederek ibadetleri yerine getirmekten hoşlanmayan kişiler suçu hep kendilerinin dışında ararlar. Bazen dini anlatan kişilerde kusur ararlar, bazen anlatılan dini meselelerde kusur bulmak isterler. Bazen de içinde bulundukları ortamın bunu zorunlu kıldığından dem vururlar, bazen de kanunların arkasına sığınırlar. Ama unutmayınız ki bahaneler de bitmez, tükenmez.
Halbuki durum, böylesi insanların sandığı gibi değildir. Çoğu zaman yanlışlık ne anlatan kişidedir ne de anlatılan meselededir. Asıl büyük yanlışlık ilahi emirlerle yüzleşmek ve karşılaşmak istemeyen kişinin bizzat kendisidir. “Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’raf/179) Bakıp görememek, duyup anlayamamak ne bedbaht bir durum.
Ah insanoğlu ah! Köşe bucak kaçmakta olduğu hak ile hakikat ile bir yüzleşse, işte o zaman doğruyu bulacak, kendisine yeni bir yol çizecek. Ancak kendisini şartlandırarak tüm alıcıları kapattığından dolayı ne duyar hakkı ne görür hakikati ne de hisseder olması gerekenleri. Yüce Allah bu gibi insanları bize şöyle tanıtmaktadır: "Onlar sanki arslandan kaçan yaban eşekleridirler." (müddessir/50-51)
İnsan olarak aslandan kaçan yabani eşekler gibi dini vecibelerden kaçındığımız andan bu yana birçok günahı kanıksadık, normal birer davranış olarak algılar olduk. Kimi haramları içselleştirerek bilfiil kendimiz işler olduk, kimisini de olması gereken, sıradan ve normal bir davranış olarak telakki ederek üzerine abandık ama en kötüsü elimize mendil alıp günahlar eşliğinde halay çektik herkesin gözü önünde. Boğaza kadar günaha saplandığımızı bile unuttuk.
Namazı kılmamaya alışmakla kalmadık kılmayanları adam belleyerek baştacı edindik, ulu orta yenilen orucu kanıksadık, açılıp saçılmayı, sahilde sere serpe hem de üryan bir şekilde uzanmayı normal bulduk, zekat vermemeyi bir hak olarak algıladık, alış verişte müşteriyi aldatmayı ticari zeka olarak sunduk, yalan söylemeyi sıradanlaştırdık, içki içmeyi medeniyet olarak lanse ettik, kumar oynamayı olması gereken bir eğlence olarak belledik.
Bu durum karşısında “Allah bizi affetsin!” demekten başka bir şey gelmiyor elimizden.
Çevre şartları, arkadaş gurupları, okunan kitaplar insanı etkiler ancak ahlak ve karakter üzerinde belirleyici yegane unsur değildir. İsteyen çevreye, isteyen arkadaş gurubuna, isteyen de okuduklarına tabi olur, peşi sıra serap boyunca yürür; isteyen de kendisine uygun, fıtratına yaraşır, din ve imanın istediği ve belirttiği yola tabi olur.
Tercih meselesi. Kim neyi tercih ederse sonucuna da katlanır.
Kişi, dert edindikleriyle eşdeğerdedir. Hatta dert edindikleriyle uğraşır, dert edindikleriyle dertlenir, peşinden seğirtir. Kimi insan kendisine parayı dert edinir gece gündüz peşinden seğirtir. Kimi insan kendisine diplomayı, makam ve mevkiyi dert edinir, her gün bir basamak yukarı tırmanmak için atmadığı takla, söylemediği yalan bırakmaz ortada. Kimisi da kendisine evini, iş yerini dert edinir, kimi insan da dini vecibeleri yerine getirmeyi kendisine dert edinir.
Sahi senin derdin ne?
Yorum Yazma Kuralları
Lütfen yorum yaparken veya bir yorumu yanıtlarken aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.
Yorumlar
Kalan Karakter: