“ Görmüyorlar mı ki, onlar her yıl bir veya iki kere belaya çarptırılıp imtihan ediliyorlar. Sonra ne tövbe ederler, ne de ibret alırlar.” (Tevbe/126)
Kıyamete doğru son sürat yol alırken imtihan edilme süremiz sıklaştı. Ardı ardına gelmeye başladı her şey. Belki de “imtihandan ibret alma” denilen ulvi mefhumu bir tarafa savurduk. Bir bakmışız depremle sarsılıyoruz, bir bakmışız sel ile toprağa karışıyoruz, bir bakmışız ki her canlı gibi susuzluğu yaşanan kuraklıkla beraber iliklerimize kadar yaşıyoruz.
Hep başkası suçlu-kusurlu, hep başkası günahkar, hep başkası hilekar. Kendimiz, sütten çıkmış ak kaşık gibiyiz. Keşke bizler de Yunus (a.s) gibi bir bela, bir musibet, bir felaket veya olağanüstü bir durum ile karşılaştığımız vakit zulüm işleyenin, yanlış yapanın, günaha dalanın, kusur sahibi olanın kendimiz olduğunu ifade ve itiraf edebilseydik. Belki o zaman Allah bize merhamet ederdi. Belki o zaman bizi kurtarırdı ya da günahlarımızı affederdi: “Zünnûn’u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde, “Senden başka hiçbir ilah yoktur. Seni eksikliklerden uzak tutarım. Ben gerçekten (nefsine) zulmedenlerden oldum” diye dua etti." (Enbiya/87)
Musibetlerden ibret alıyor muyuz? Şirk koşmaktan, şirk unsurlarına tazim göstermekten, küfür kurallarını sergilemekten vazgeçiyor muyuz? Her şeyi tabiata bağlayınca, bilimle yorumlamaya çalışınca, teknikle açıklayınca; meydana gelen olayları Allah ile irtibatlandırmaktan uzak durduk. İrtibat kopukluğu doğru bir sonuca ulaştırmadı bizi. Doğru bir netice de elde edemedik. Ne kendimizi, ne yaptıklarımızı düzelttik, ne de ibret aldık yaşananlardan.
Yunus (a.s.)’u bilmeyince ve yeterince tanımayınca suçlu olarak hep başkası oldu.
Olayları doğru okumak ve doğru değerlendirmek gerek. Her olaya Kur’an penceresinden, Allah’ın bak dediği yerden bakmakla mükellefiz. Olaylara Kur’an’ın gözlüğünden bakmayanlar/bakamayanlar ilahi kelamın ne dediğini de anlayamazlar. Şu ayeti defaaten okumakta fayda mülahaza ediyorum: “Rahman’a çocuk isnat etmelerinden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp çökecektir!” (Meryem/90-91)
Göklerin parçalanacak gibi bir duruma evrilmesini, yer yüzünün kilometrelerce yarılmasını, dağların yerinden oynamasını ve yıkılmasını neye göre yorumlayacağız? Köşe başlarına dikilen putların bu olaylardan azade olduğunu söyleyebilir miyiz? Allah’ı inkar etmenin, en basit şeyleri bile O’na şirk koşmanın özgürlük olarak lanse edildiği ortamlarda bu gibi konuların izahını yapabilmek deveye hendeği atlatmaktan daha zordur.
Maalesef insanoğlu; Allah’ı inkar etmede, şirk koşmada, emirlerine karşı diklenmede, haramları aleni işlemede çok cesurdur. Belki de tüm değerlerini terk etme pahasına dahi olsa; talip olduğu, peşinden sürüklendiği, dört elle sarıldığı muasır medeniyete ulaşmanın bir sonucudur, bir yansımasıdır.
İnsanoğlu çok acizdir. Hem de çok çok acizdir. Tahmin etmediği, tahmin edemeyeceği, tahmin edilemeyeceği kadar acizdir. Kayaları oyarak meydana getirdiği mağaralara sığınsa da acizdir. Hayvanın sırtına binse de, uçakla havada uçsa da, gemiye binse de, yeryüzünü sert adımlarla adımlasa da acizdir. Secde etmekten, secdeye kapanmaktan, el açıp için için Yüce Allah’a yalvarmaktan başka bir şansı, başka bir çıkış kapısı yoktur.
İstediği kadar büyüsün, istediği kadar gelişsin, istediği kadar zenginleşsin, istediği kadar medeni olun, istediği kadar diploma, bilgi, makam, mevki, çoluk, çocuk sahibi olsun, istediği kadar güçlü kuvvetli, top tüfek sahibi olsun: hep mahzundur, hep çaresizdir, hep sahipsizdir, hep kimsesizdir insan. Allah’tan başka sığınacak mercii, tutulacak dalı, yalvaracak kapısı yoktur.
Ancak insanın meydana getirdiği her eserin sahip olduğu inancının bir yansıması olduğunu unutamayız. Allah’ın istediği kuvvetli bir imandan; güzel, nadide ve yüzyıllar boyu ayakta kalan eserler ortaya çıkarken; işe yaramayan, insanı diri diri mezara gömen eserlerin ortaya çıkışı da zayıf ve basit karakterli insanların sinesinde var olan inançlarının bir yansıması olduğunu da silemeyiz sinelerimizden.
İnsanın kalbinde iman güçlendikçe nadide eserler yansır dışarıya. Ama iman zayıfladıkça veya imana şirk bulandıkça dışarıya yansıyan iş ve işlemler çamura dönüşür, kendisi ile beraber yüzlerce insanı da pisliğe bulaştırır.
Şirk; insanı esir aldıkça rüzgar tersinden eser. Dışarıda bulunan türlü fısk-u fücur esintisi kalbe nüfuz eder, vücuda hakim olur.
İnsanın kafasındaki fikirler değişince fiiller değişir. Çünkü fikirler insanın emir ve komuta merkezidir. İyi komut iyi sonuçlar, kötü komut da kötü sonuçlar doğurur. Kötü sonuçlar mutlaka kötü bir komutun sonucudur.
O halde inanç değişince davranışlar değişti. Davranışlar değişince kainatta deveran eden olaylar da değişti.
Felaha ulaşmak adına şu ayeti yeniden okumakta fayda var: “Hiç olmazsa kendilerine tarafımızdan bir sıkıntı geldiğinde içten bir niyazda bulunsalardı! Fakat kalpleri iyice katılaştı; şeytan da onlara yaptıklarını şirin gösterdi.” (Enam/43) Düşüncesi değişen insanların fiilleri de değişti. İcra edilen fiiller de insanları yuttu, harap etti.
Yorumlar
Kalan Karakter: