Suriye’de sevindiren bir devrim oldu. Eski Zalim Esad kovuldu. Yeni gelen yönetim henüz tam manasıyla koltuklarına oturabilmiş, ülkenin her tarafında hâkimiyet sağlayabilmiş değiller. İçeriden ve dışarıdan gelen saldırılar akıl almaz boyutta. Olmayan, hatta yıkılmış, darmadağın olmuş bir enkazın üstünde yeni bir devlet inşaa edilecek. Dışarıdan müdahale olmasa işleri daha da kolaylaşacak.
Bu yeni yönetimin, ülkede uygulanacak kuralları İslami temeller üzerinde yükseltmemesi için kâfir, münafık ve müşriklerin saldırılarını gayet iyi anlıyorum. Onlar “Azgın bir azınlık.” Saldırılarını daha da sıklaştıracaklarına da inanıyorum. Her türlü iç kargaşaya sebebiyet vermek için de uğraşacaklar. Tıynetleri bu.
Anlamadığım şey Müslümanların da bu yeni yönetime saldırıyor olmalarıdır. Temkinli olmamız, insaflı davranmamız, hakkaniyete uygun hareket etmemiz gerekmez mi? Kendilerine tavsiyede bulunmak ayrıdır, küfür ile itham etmek apayrıdır.
İçinde yaşadıkları küfür sistemine ses çıkarmayan insanların(!) bu yeni yönetimi yerin dibine sokmalarını hafsalam almıyor.
Biz adil bir ümmetiz. Adalet ile davranmak, suhulet ile olayları savuşturmak zorundayız.
Allah bütün Peygamberlere rahmet etsin! Onlara bol ikram ve ihsanda bulunsun! Bizi de ahirette onlara komşu kılsın!
Ne kadar zor işler ile görevlendirildiklerini; kendilerine inandığını söyleyen ve bin dört yüz yıldır var olan bir hükmü aktardığınız veya anlattığınız kişilerin gösterdikleri tepkiden, sergiledikleri kaş göz hareketlerinden daha iyi anlayabilirsiniz. Peygamberler; yeni gelmiş, daha önce duyulmamış bir hükmü anlattıklarında kim bilir nasıl bir tepkiyle, nasıl bir hakaretle, nasıl bir tehditle karşılaşmışlardı.
Kâfirlerin gösterdikleri tepkileri hayal etmek bile mümkün değildir.
Eleştiri yaptığınız kişi veya kişilerin içinde bulundukları durumu ve ortamı göz önüne getirerek eleştirmekte fayda vardır. Her şeyde insaf ve merhamet olması gerektiği gibi eleştiride de insaf ve merhamet en ön safta yer almalıdır. Bundan vazgeçemeyiz. Biz Müslümanız. Başkalarına benzemeyiz. Aksi takdirde burun temizlemek isterken göz çıkarabilirsiniz muhatabınızın.
Günümüzde Suriye’de devrim yapan kadrolar hakkında yapılan eleştiriler bundan farksız değil.
ABD; “Suriye’nin kendi kendini yönetme hakkı vardır. Buna saygı duyuyoruz. Bu çok önemli bir konu… Ancak anayasası, kanun ve kuralları bizim istediğimiz gibi olmalı. Kendilerini tanımamız için bu önemli bir şart.” diye açıklama yapıyor. Ve bunun adı da özgürlük oluyor. Bana benzediğin oranda özgürsün. Benim gibi düşündüğün kadar ayakta kalırsın. Benim onayladığım kanunlarla hükmettiğin kadar varsın. Allah’ın kanun ve kuralları olmasın da, Hz. Muhammed (s.a.v.) rehber ve lider olmasın da hangi insanın, hangi kabilenin, hangi ailenin kanun ve kuralları olursa olsun, razıyız. İnsanlar camiye yönelmesin de, Kur’an okumasın da hangi zindana tıkanıyorsa tıkansın, hangi kitabı okuyorsa okusun, fark etmez. Mahkemeler suç işleyenlere Allah’ın kurallarıyla, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in tavsiyeleri ile ceza vermesin de kimin kellesini keserse kessin, kimi gecenin karanlığında yok ederse etsin, diyorlar.
O yüzden ABD’nin Ortadoğu'nun güvenliğinden ve sahip olmaları gereken özgürlükten anladığını şöyle sıralayabiliriz: “İsrail’in Gazze’de yaşayan insanların evlerini başlarına fosfor bombasıyla yıkarak boğmasına, Zalim Esed’in Sednaya zindanına tıkadığı masum insanları her türlü işkenceden sonra preslemesine, Sisi’nin Rabia meydanında binlerce masum sivil insanı tanklarla hedef almasına, Kral Selman’ın 2030 açılımı çerçevesinde Ka’be silüeti içinde çıplak kadın oynatmasına” razıyız. Bunlar gerçekleşmediği takdirde Ortadoğu’da istikrar bozulmuş, huzur ortamı ortadan kalkmış, müdahalenin zamanı gelmiş demektir. Ve behemahal, var gücüyle, uçak gemileriyle, askerlerle, füzelerle hücuma geçilmesi artık şart olmuştur.
Nasıl bir küfür?
Nasıl bir nifak?
Nasıl bir şirk?
Nasıl bir zihin dünyası?
Kâfirler, müşrikler ve münafıklar esen rüzgârın arkasından dünyaya ait çıkarları ve siyasi gelecekleri için bir o yana bir bu yana savrularak ömürlerini tükettiklerine şahit olmamız şaşırtmıyor bizi. Müslümanlar ise dünya hayatında yapacakları iş ve işlemlere ait rotayı belirleyen ve düzenleyen iki önemli pusulaya sahip olduklarını söylemek durumundayız. Bu pusulanın birincisi Kur'an-ı Kerim diğeri de sünnettir. Müslümanlar bu rota üzerinde yürüdükleri müddetçe zarar etseler, şehit düşseler bile yolunu şaşırmayacaklardır.
Suriye’nin yeni yönetiminden isteğimiz bundan başkası değildir. Bunu talep etmek hakkımız. Ancak dünyada “Azgın bir azınlık” var. Bu “Azgın azınlık” sinsi ve namerttir. Acımasız, dönek ve kalleştir. Bu guruba son derece dikkat edilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bu “Azgın azınlık” özellikle Suriye’de her türlü fitneyi, her türlü kargaşayı tedavüle sokabilir.
Nitekim Suriye’ye gelip yeni lider ile röportaj yapan Avrupalı gazetecilerin sordukları sorulara baktığımız vakit bunu sezinlemek için kâhin olmaya gerek yoktur. İlk soruları; “Şam’da içki ve uyuşturucu kullanabilecek miyiz?” çerçevesinde olmaktadır.
Toplu mezarlardan, kaybolan insanlardan, Sednaya zindanlarından, tecavüze uğrayan kadınlardan, baskı altına alınan İslam dininden hiç bahsetmiyorlar bu “Azgın azınlık.” Bu “Azgın azınlık” şimdiye kadar ya Zalim Beşşar ile ortaklık yapıyorlardı ya da “Müslüman olan insanlar” bunlar için herhangi bir öneme sahip değillerdi.
Zihni tutsak olan bu insanın bedenlerinin özgür olmasının zerre kadar kıymeti harbiyesinin olmadığını anlıyorum bu vesileyle. Ve yine zihni özgür olan bir insanın da bedeninin esir olmasının hiçbir kıymeti harbiyesinin olmadığını da bu vesileyle anlamış oldum.
Hep söylediğim gibi batı medeniyeti içki medeniyetidir, sarhoşluk medeniyetidir. İçi boş kof ve kokuşmuş bir medeniyetidir. Bu medeniyeti ayakta tutan silahlarıdır. Ancak silah bir gün tutukluluk yaptığında nasıl bir inkılap ile devrileceklerine hep beraber şahit olacağız inşaAllah.
Bu “Azgın azınlık” karşısında yerine getirmemiz gereken imtihanımız, imkânlarımız ölçüsünde olduğunu söyleyebilirim. Kimin imkânı ne ise imtihanı da o olacaktır. O yüzden bu “Azgın azınlığın” önümüze serptiği her haberi yutamayız, alkışlayamayız, doğru diye onaylayamayız. Müslümanlara meydan okuyamayız.
Son dönemlerde haberlere değil, haberi yapan kişilere daha çok odaklanıyorum. Haberlerde imzası olan kişilerin “Azgın azınlık” olup olmadığına göre değerlendirmeye tabi tutuyorum.
Size de tavsiye ediyorum. Azıcık da olsa siz de ayıklayın haberleri.
Yorumlar
Kalan Karakter: