Enteresan bir ayet dile getirmek istiyorum. Bu ayeti doğru anlamamız, üzerinde derin düşüncelere dalmamız, tefekkür etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Bu ayet bize Firavunlaşan, azgınlaşan, ibadetlere yanaşmayan, haramlardan kaçınmayan, zevk-u sefa sürmek isteyen, kural ve kaide tanımayan, hak ve hukuk bilmeyen, ilahlık taslayan insanları tanıtırken: “Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.” (Duhan/29) diyerek tanıtmaktadır. Ne şekilde öldüklerinin, nerede ve nasıl öldüklerinin hiçbir önemi yok.
Yüce Allah (c.c.) böylesi bir ölümden muhafaza buyursun bizleri, ümmeti Muhammedi.
İnsanları iyi tanımamız için ne yaptıklarını kavramamız gerektiği gibi bir işi niçin yaptıklarının farkına da varmamız gerekmektedir. Bunu yaparken kendi dünya görüşümüze, siyasi bakışımıza, dünyaya verdiğimiz değere, içinde yaşadığımız ülkenin kurallarına, kazandığımız maddi kazanca göre olmayacaktır elbet. İnsanları, Kur’an’ın tanıttığı vasıflar üzerinden tanımamız ve tanımlamamız gerektiğini kabul etmek zorundayız. Kim Kur’an ile yaşıyor kim Kur’an’a rağmen yaşıyor? Yoksa haksızlık yapmış olabiliriz muhattaplarımıza.
Yüce Allah biz Mü’minleri; insanların inisiyatifine ve ortaya koydukları iradelerine, kurdukları tuzak ve hilelerine bırakmış, körelmiş vicdanlarının el verdiği şekilde evirip çevirmelerine de terk etmiş değildir. Yol ve yordam belirlemiş bizler için. Bu vesileyle istediğimiz noktalarda, yapılanlara karşı çıkma ve o ortamı terk etme iradesine de sahibiz. Yanlışları kabul etmememiz gerektiği gibi engel olamıyorsak orayı terk etmemiz gerektiğini de bilmemiz lazım. Bu yönüyle çıkış kapımız her daim açıktır. Kilitlenmiş demir kapılara mâhkum değiliz. Cebberrutlara bağlı da değiliz.
Bu çıkış kapısını bilmemiz ve tanımamız eşsiz ve benzersiz olan Kur’an ile mümkündür. Hatta Kur’an’ın kendisi bir çıkıştır. O yüzden kitabımızı okumamız ve doğru anlamamız kaçınılmaz bir görevdir. Okumadığımız ve anlamadığımız bir kitap nasıl çıkış kapımız olacaktır?
Bu kitap isteyeni istediği anda yolunu bulması, karanlığın ve bataklığın içinden sıyrılıp çıkması, temizlenmesi için her daim elinden tutar insanın. Yol ve yordam göstererek başköşeye oturtur. Çünkü rehberdir bizlere. Yeter ki istesin kişi. Yeter ki insan bu kitaba sarılsın. İsteyeni sırat-ı müstakimde yürümesine de yardımcı olur aynı zamanda.
Ramazan ayında indirilmiş bir kitaptır Kur’an. Ramazan ayının da içindeyiz. Ramazan ayının değeri de buradan gelmektedir. Mademki Ramazan ayının içindeyiz. Mademki Ramazan ayının havasını teneffüs ediyoruz, o yüzden Ramazan’ın hatırını bilmemiz gerektiği gibi Kur’an’ın hatırını da anlamamız ve kavramamız gerekmektedir.
Bir ömür boyu Kur’an hariç her çeşit kitabı okuyan kişiler, Yüce Allah’ın emri olan oku (ikra) emrini yerine getirmiş olduklarını düşünebilirler. Bu onların düşüncesi… “Bilenler ile bilmeyenler hiç bir olur mu?” (Zumer/9) ayeti bizlere Kur’an’ı bilenler ve bilmeyenler diye iki sınıfa ayırdığını öğrenmiş olmaktayız.
Günümüzde onun bunun özellikle de batılı yazarların sözlerini okumak, nakletmek veya cümle arasında referans göstermek kültürlü olmanın, bilgiçlik taslamanın, makam ve mevki kapmanın, servete konmanın en büyük göstergesi olarak telakki ediliyor olabilir. Ancak unutulmamalıdır ki bu gibi kişilerin ölümünden sonra ne yer ağladı ne de gök ağladı.
Kur’an'dan bir ayet, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den bir hadis, cennet veya cehennemi hatırlatan bir söz aktarmak da geri kalmışlığın, donuklaşmanın, iş bilmezliğin ifadesi olarak da kabul edilebiliyor insanlar tarafından.
Şeytanı dinlemek, onu rehber edinmek böyle bir şey olsa gerek. Şeytanların bağlandıkları bir ayda olduğumuzu bir kez daha vurgulamakta fayda vardır.
Böylesi bir kişi çok düşündü, çıkarımlarda bulundu. Yaptığı dâhiyane analizlerinin ayakta alkışlanmasını istedi. Onu araştırdı, şunu masaya yatırdı, bunu anlamanın derdine girişti. Gecesini gündüzüne kattı. Yazdı, çizdi, okudu, anlattı. Geri döndü, tekrar etti. Entel takındı, entellerle takındı. Edebiyata sarıldı, şiirler seslendirdi, müzik yaptı, sinema ile yakın bir ilişki kurdu. Konuştu, koşuştu, anlattı. Dersler verdi. Sunumlar yaptı.
O kadar yoğun çalışıyordu ki yorgunluktan dolayı sıra bir türlü ayetlere, hadislere gelmiyordu. Ramazan ayının içinde olduğunun da farkına varmıyordu. Bir ayet dahi olsa, bir hadis dahi olsa üzerinde düşünmeye zaman bulamıyordu. Anlattıkları arasında ayet yoktu. Dile getirdiği konular arasında sünnet yer almıyordu. Derinlemesine araştırdığı konuların hiç biri Kur’an’a ve sünnet ile şekillenmiş değildi. Bilim diyordu, fen diyordu, teknoloji çağı diyordu. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmanın derdiyle yırtınıp duruyordu ama Yüce Allah (c.c.) şöyle dedi diyemiyordu.
Şu işi de halledeyim, şu köşeyi de döneyim, şu tepeyi de aşayım, şu düzlüğe de ulaşayım, şu badireyi de atlatayım, şu projeyi de bitireyim, şu ticari bağlantıyı da koparayım sonra Müslüman olduğumu el âleme açıklarım. Sonra orucumu tutar, üzerime düşen görevlerimi yaparım. Daha sonra İslam şeriatını istediğimi, İslam’a göre yaşamak zorunda olduğumu, beşeri sistemlere karşı diklendiğimi vurgularım. Hep “Daha sonra yaparım.” diyordu. Maalesef, değişeceğim, düzeleceğim dediği o zamana da ulaşamadan ölüverdi. Hayat bir anda tamamlandı kendisi için. Maalesef arkasından ağlayanı da çıkmadı.
“Zamanı geldiğinde içimdekini açık seçik ortaya dökerim.” diyen hiç kimseyi menzile varmış olarak görmedim, duymadım, karşılaşmadım henüz. Ne peşlerinden bir ömür tükettikleri işlerin sonu geldi ne de Müslüman olduklarını doğru düzgün deklare edebildiler mühattaplarına. İnanmış olduklarını da ispatlayamadılar kendilerini yaratan Rabine.
İyi ki de Yüce Allah (c.c.) bize, İslam’ı beşeri sistemden, adaleti zulümden, doğruyu yanlıştan, haklıyı haksızdan, yiğidi namertten, yazı kıştan, geceyi gündüzden ayıracak bir akıl vermiş. İyi ki de Ramazan’ı diğer aylardan ayıracak bir feraset vermiş. Bize verdiği aklı da kimsenin cebine koymuş değil. Aksi takdirde birileri okus pokus yaparak, allem kullem ederek, oyun eğlence diyerek aklımızı avucuna alıp bizi kandırabilirlerdi. Her şeyi tersten de gösterebilirlerdi bize.
Hamd olsun Rabbimize ki böyle bir durum oluşturmuş değil.
Evet, Ramazan geldi. Gün boyu ibadet ile yaşayacağımız bir zaman diliminden bahsediyorum. Kur’an ile karşı karşıyayız. Karanlık ortamları aydınlatan bir kandil misali hayatımızı, zihnimizi aydınlatmalı.
Ya anlayan oluruz ya da anlamadan göçüp gideriz bu diyardan.
Arkamızdan ağlayanımız var mı yok mu ona bakmak lazım. Kur’an ile hemhal olmuşsak ardımızdan dünya ağlayacaktır. Eğer Kur’an’ı hayatımızda sergileyerek göç etmişsek bilin ki gökyüzü ağlayacaktır ardımızdan.
Yorumlar
Kalan Karakter: