“Sünnetüllah” kavramını Yüce Allah’ın her zaman, her mekân ve her toplum için uyguladığı kurallar için kullanmakta sakınca bulmuyorum. Hz. Nuh (a.s.)’ın kavmi, Hz. Lut (a.s.)’un kavmi, Firavun ve Karun için kullanılan “Sünnetüllah” ne ise dün Rusya’da, bugün Amerika’da uygulanan ve yarın da Çin’de uygulanacak olan “Sünnettüllah” ile aynıdır. Aralarında bariz bir fark olduğunu düşünmüyorum.
Amerika yanıyor. Bu sefer pek müthiş…
İslam âlemine yaşattıkları felaketlere karşılık, Yüce Allah’ın da onlara verdiği bu felaket karşısında elbette seviniyoruz. Sevineceğiz de…
Müslümanların yaşadıkları sevinçler ile sevineceğimiz gibi kâfirlerin karşı karşıya kalacakları hüzünler karşısında da sevineceğiz. Bunlar bizi Müslüman yapan duygulardır.
Evet, yangın yerine dönmüş vaziyette birçok bölge. Evler içindekiler ile beraber küle döndü. Firavunların ve Karunların yaşadıkları bölgeler cehennemi andıran bir felaket ile karşı karşıya kaldıklarına hep beraber sevinç içinde izliyoruz. Teknolojiye ve sahip oldukları her çeşit maddi imkâna rağmen bu devlet, her yeri kasıp kavuran alevleri bile söndürmeye güç yetiremiyor. İlahlığı sarsıldı diyebiliriz. Ancak henüz yıkılmış değil bu ilahlık saltanatları. Az kaldı. Tarihin çöplüğündeki yerini almalarını dört gözle bekliyoruz.
Baş edemiyorlar yaşananlara. Firavun ve Karunların bir planı vardı Yüce Allah’ın da hiç kimsenin baş edemeyeceği ve karşı çıkamayacağı muazzam planları vardı. Yüce Allah’ın uygulamaya koyduğu her plan daha önceki dönemlerde üstün geldi bundan sonra da üstün gelecektir. Buna inanıyoruz.
Bu ve buna benzer olayları Sünnettüllah’ın dışında değerlendirmek bir Müslümana yakışacak bir durum değildir.
Yüce Allah; “Sünnetüllah” gereği bir millete, bir devlete, bir bölgeye, bir şehre, bir kavme, bir insana bela veya müsibet gönderdi mi karşı çıkacak, engelleyecek, onu ortadan kaldıracak hiç kimseyi bulamazsınız. Bu durum Hz. Âdem (a.s)’den beri devam eden bir uygulamadır. “Allah’ın öteden beri işleyip duran kanunu (budur). Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” (Fetih/23) Dün Allah ve Elçilerine meydan okuyan kavimler nasıl helak oldular ise bugün de aynı durumun gerçekleştiğine şahit olmaktayız. Ancak buna helak diye nitelendirmiyor günümüzün kodaman kâfirleri. Her şeyi maddi unsurlar ile açıkladıkları gibi bu durumu da maddi unsurlar ile açıklamaya çalışıyorlar. Nitekim eskiden de helâkı mucip kılan olayları, helak diye nitelendirmemişlerdi.
Modern ve medeni insanların öne çıkan en bariz özellikleri, kendi beşeri ideolojilerine uygun olarak olayları okumak ve yorumlamaktır. Bu yüzden yolunu sapıttı, düz yoldan çıktı modern(!) ve medeni(!) insan. Çivisi çıktı dünyanın. Yaşanılacak bir mekân olmaktan fersah fersah uzaklaştı yeryüzü. İnsanlar ilahlaştı. Bu yüzden anlayamıyor, kavramıyor ve olması gerektiği vechiyle yorumlayamıyor gerçekleri…
Dine sırt dönen, işim düşmez, bana yol göstermez diyen günümüzün modern(!) ve medeni(!) insanları buhranlar yaşıyor. Her gün patlayan volkanlar ile boğuşuyor. Varlık içinde yokluk, toplum içinde yalnızlık, teknolojik donanım içinde çaresizlik yaşıyor.
“Var da yok” gibi bir denizde yüzüyor.
Her gün cinayetler işleniyor. Her gün intiharlar gerçekleşiyor. İnsanlık hiç olmadığı kadar psikolojik sorunlar ile boğuşuyor. Bu yaşananlar geçici bir buhran, kişinin ölümü ile son bulacak. Buna seviniyoruz. Ancak asıl büyük buhran öldükten sonra kucaklayacak bu modern(!) ve medeni(!) geçinen Firavun ve Karunları. Buna da çokça üzülüyoruz. Çünkü geri dönüşü yok bu serüvenin.
Hak ve batıl kavramları yok bunların literatöründe. Hak ve batıl kavramlarına sahip olmayan bu insanlar “helak” kavramını, Sünnettüllah’ın getirisini yorumlamakta da büyük sorunlar yaşıyor. Hiç olmadığı kadar Allah’ın dinine, gönderdiği elçisine, indirdiği kitabına karşı çıkıyor. Allah’ın dini ile sürdürdükleri savaşa ivme kazandırma gayretinden de vazgeçmiyor bu kefereler.
Gazze’de gördüklerimiz, Suriye'de karşılaştıklarımız bundan farksız değil.
Modern ve medeni akımına ayak uydurmak isteyen günümüzün birçok insanı yaşadıkları ülkeye, içinde büyüdükleri bölgeye, mensup oldukları ırka, sahip oldukları teknolojik bilgiye ait yanlışları, hak ve batılı tarif eden şirk unsurlarını doğru, olması gereken sıradan bir davranış olarak kabul etmelerinden mütevellit buhranlar ile sürekli yüzleşiyor. Yaşanan felaketleri sıradan bir tabiat olayı olarak yorumlamaya çalışıyor olması inançsızlığın en büyük getirisi olarak karşımızda duruyor.
Modern ve medeni insanı Allah’tan uzaklaştıran, dinden çıkaran helak edici unsurlar ile sürekli karşı karşıya bırakan olayları kanıksayabiliyor, alışkanlık kazanarak ayak uydurabiliyor.
Tevbe kapısı açık. Dileyen girebilir bu kapıdan.
Cennetin kapıları son ana kadar hem de sonuna kadar herkes için açıktır. Cehennemin kapıları da son ana kadar hem de sonuna kadar herkes için açıktır. Dileyen dilediği kapıdan girmeyi tercih edebilir. Bu tercihin dünyada kullanılması kaçınılmazdır. Ahirette göç ettikten sonra tercihte bulunmak, kabul ve ret etmek yoktur sınanan insanlar için.
Ancak bu tercihlerin; arzu ve istekler ile çepeçevre kuşatıldığını bilmemizde de fayda vardır. O yüzden arzu ve istekleri şekillendiren saikler bizim için son derece önem arz etmektedir.
Cennete yol açan saikleri mi yoksa cehenneme götüren saikleri mi tercih ediyoruz?
Bunun cevabını da ilahi kelamda bulabiliriz.
Yorumlar
Kalan Karakter: