Artık resmen sonbahar.

Gerçi gündüzler hâlâ çok sıcak, ama gecelerin beli kırıldı.

Bir süredir kadınlar (hepsi değil tabii) kış telaşında.

İsot (pul biber), frenk suyu (salça), domates, patlıcan, biber kurutma, dolmalık, sarmalık, turşu, reçel, konserve vb hazırlıkları son sürat devam ediyor.

Etraftaki birçoğu gibi bizim apartmanın terasının, balkonumuzun, dolaplarımızın manzarası da fotoğraflardaki gibi.

Bu yıl Karaköprü'nün ara yerlerinde de isot satılıyor, temizleniyor, çekiliyor.

Sabahtan akşama kadar salçalık, kurutmalık sebze satan arabalar geçiyor, anonsların sonu gelmiyor.

Geçen gün aklıma geldi.

Galiba bu işleri yapan son kadın kuşağı bizimkiler.

Parasını veren son erkek kuşağı da biziz.

Ve bizler nispeten doğal beslenen son insanlarız.

Aslında biz bile eskiye nispetle çok değiştik ya yazıyı çok uzatmamak için o fasla girmeyeyim.

Fakat bazı şeyleri sürdürmek için çırpınıyoruz.

Yeni nesil kızlar, bırakın bu tür şeyleri, yemek yapmayı bile bilmiyorlar, öğrenmek de istemiyorlar.

Zaten evde yemek yemek de demode olmaya başladı.

Ya dışarıdan sipariş veriliyor ya da doğrudan dışarıda yeniliyor.

Kim bilir, belki de yarınlarda yemek yemek tamamen kalkacaktır.

70'li yıllarda, daha ilkokul ve ortaokulda öğrenci iken okuduğum çocuk dergilerinden hatırlıyorum; ileride yemek yerine çeşitli haplar yiyeceğiz diye.

Her yemek için ayrı bir hap.

Çiğköfte hapı kırmızı olur herhalde.

Yanında bostana, nane, turp, ayran hapları da olur mu acep?

Ya uzun kış gecelerinde canımız "pendirli hevla" (peynirli helva) çekince ne olacak?

Hanımın kalkıp mutfaktan getireceği birer sarı hap "keflerıh" (yutarız) artık.

Onu da hanım mı getirir, yoksa kalkıp biz mi ona getiririz, bilmiyorum.

Ama galiba biz o günlere yetişemeyiz.

En iyisi anın keyfini çıkarmaya bakalım.

"Teze isot ve frenk suyu ile yapılan çiküftenin dadı da bi başka oli."

Öte yandan bütün bu hazırlıkları yaparken sık sık "Acaba yemek de kısmet olur mu?" diye düşündüğümü de itiraf edeyim.