“Bugün onların ağızlarına mühür vururuz, elleri bize konuşur ve ayakları da yaptıklarına şahitlik eder.” (Yasin/69)

İleri sürdükleri mazaretlerinin sonu gelmediğinden mütevellit ağızlarına mühür vurulacak o mücrimlerin. Konuşamayacaklar, yalan beyanda bulunamayacaklar. Başkalarını suçlayamaya yeltenemeyecekler. Edebiyatı parçalayamayacak, edebi cümleler dizemeyecekler. Ustalıkla yazılmış savunma dilekçeleri kabul edilmeyecek. “Şeytan bizi kandırdı, şeytan bizi ayarttı, arkadaş kurbanıyım.” diyemeyecekler.

Rabbim bizleri muhafaza buyursun! 

Dil; yalan yanlış beyanlar ileri sürmek suretiyle bir parçası olduğu bedenini kurtarmaya çalışacak. Bunun için ne gerekiyorsa onu söyleyecek, onu dillendirecek, iftira atacak. Ancak bir yerden sonra dil de lal olacak, gözler de kör olacak. Önünü dahi göremeyecek. Elleri ve ayakları yaptıklarının şahidi olarak karşısına dikilecek. Ve artık konuşma sırası ellerde. Şahitlik sırası ayaklarda. 

Olabilir mi? 

Neden olmasın? Bu dünyada konuşan dile konuşma üzelliği veren Yüce Allah, el ve ayaklara konuşma özelliğini veremez mi? Kim buna engel olabilir ki? 

Kürtçe bir ata sözünde; “Kişinin şahidi bedenindendir” diye bir tabir kullanılır. İşte bu atasözü sanki bu ayetten mülhemdir. Evet, gün gelecek şahitlerimiz bedenimizden peydahlanacak. Üstünü örtmeye çalıştığımız ne kadar günahımız, kusurumuz, hatamız varsa hepsini ifşa edecek. Bedenimiz dile gelecek, istesek de istemesek de yaptıklarımızı tek tek dillendirecek. Üzerine bastığımız toprak bile dile gelecek ve icra ettiğimiz fiilleri anlatacak tek tek.

İşte kıyamet günü insanların karşı karşıya kalacakları hesap kitap işinden bahsediyor bu ayet. İnsanoğlu; cehenneme, azaba duçar kalmanın, sırtını ateşe vermenin dehşetini görünce elinden geleni ardına koymayacak. Her çareye başvuracak. Ağzıyla yalan beyanda bulunacak ve olmadık bahaneler ileri sürecek. “Görmedim, bilmiyorum, duymadım” üçlüsünü oynayacak. 

Evet insan için, “O, mazaretlerini iler sürse bile nafile.” (Kıyame/15) Yaptıklarına karşı ister mazaret ileri sürsün, ister inkar etsin, ister başkasını suçlasın hiçbir bahanesi değerli görülmeyecek. 

Başka bir ayeti kerimede; “Nihayet cehenneme vardıklarında kulakları, gözleri ve derileri yaptıkları aleyhinde şahitlik ederler.” (Fussilet/20) Biz yaptık, biz işledik, biz götürdük, biz getirdik, biz çaldık, biz taşıdık, biz oynadık, biz inkar ettik, biz karşı geldik, biz öldürdük, biz delilleri yok ettik. Biz şahidiz tüm bu günahlara. 

Bu azaptan, bu bitmez tükenmez işkenceden kurtulmak için ne var ne yok her şeyi fidye olarak vermek istiyoruz diye yalvaracak: “Şüphesiz inkâr edip kâfir olarak ölenler var ya, dünya dolusu altını fidye verseler bile bu, hiçbirisinden asla kabul edilmeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.” (Al-i İmran/91)

İnsanoğlu için doğru konuşmaktan, doğruları dile getirmekten başka bir çıkış kapısı olmayacak. Hangi bahaneyi ileri sürerse sürsün olması gereken doğrular hemencecik önüne serili verecek. Ellerinin ve ayaklarının şehadeti ile ileri sürdüğü her bahane oracıkta çürütülecek. Hangi yalanı dile getirse elinde patlayacak, hangi iftirayı ileri sürse kendisine geri dönecek. 

Bir yerden sonra dil de lal olacak ve artık konuşamayacak. Gözler kör olacak ve artık göremeyecek. Her şey doğruyu söylemeye programlanmış olacak. Her şey doğruyu ortaya çıkarmaya matuf olacak. 

Bedenin bazı uzuvları doğruyu dile getirmeye kalkışınca diğer kimi organ karşı çıkacak bu duruma, bir savaş başlayacak, bir kavga, bir gürültü, bir çağırış, bir bağırış ortalığı kaplayacak: “Derilerine; “Niçin aleyhimizde şahitlik ettiniz?” derler. Derileri de; “Bizi her şeyi konuşturan Allah konuşturdu. Sizi önce yaratan O’dur ve dönüşünüz de O’nadır.” diye cevap verirler.” (Fussilet/21) 

Vücut kendi kendisi ile savaşacak. 

Doğruyu söyleyenler ve doğruyu söylemek zorunda kalanlar. 

Anlaşmazlık diz boyu. Ancak her şeyi konuşturan Allah, konuşma özelliği olmayan organları da konuşturmaya başlayacak. Hak ve adalet yerini bulsun diye tüm bunlar gerçekleşecek. Şu işleri yaptın mı yapmadın mı diye sorulan her sorunun cevabı doğru bir şekilde serilecek ortaya. Her şeye hükmeden Yüce Allah (c.c) derileri dile getirecek. İnsanın vücudunu çepeçevre sarıp sarmalayan deri, her şeyi olduğu gibi anlatacak. Olmadı, eller dile gelecek ve yapılan fiillerin tamamını aktaracak. Ayaklar tüm söylenenlere şahitlik edecek. “Evet, öyle oldu.” diyecek. Vücut; “ben yaptım, ben götürdüm, ben kaldırdım, ben vurdum.” diyecek. Ayaklar; “üzerime basarak bu günahları işlemeye gittiler vakti zamanında” diye yeminler edecek. 

O gün konuşma ve şahitlik yapma özellliği verilenler sadece insanın bedeni olmayacak elbet. Belki de günahı gören, duyan ve şahit olan her şey şahitlik yapacak insanın aleyhinde. Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, günahı aleni işleyenler hariç. Kişinin geceleyin işlediği kötü bir ameli Allah örtmüştür. Ama, sabah olunca o: 'Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!' der. Böylece o, geceleyin Allah kendini örtmüş olduğu halde, sabahleyin, üzerindeki Allah’ın örtüsünü açar. İşte bu, günahı alenî işlemenin bir çeşididir." (Buhari, Edeb 60; Müslim, Zühd 52)  

Dinimize göre bir Müslüman, işlediği günahı, yaptığı kötülüğü, icra ettiği zulmü başka insanlara anlatmaması gerekir. Belki Yüce Allah, o günahı affetmiştir. 

İşlenen haramların anlatılmamasının bazı hikmetleri vardır. Bunlardan birincisi; İşlenen günahların masum ve günah işlemeyi bilmeyen insanlara bir meziyet olarak anlatılması Allah’u Teala katında yeniden işlenmiş gibi yazılmasına sebebiyet verebilir. 

İkincisi işlenen günahı duyan insanlar vakti ve zamanı geldiğinde o günaha şahitlik yapabilir. 

Üçüncüsü bu günahın işlenme şeklini bilmeyen insanlar bu günaha heveslenebilirler. Kişiler “Madem ki işlenen bu haram kimseler tarafından bilinmedi, ben de işlesem duyulmaz ve görülmez.” diyerek teşebbüs edebilir. Ya da “bu günaha şu yollardan da ulaşılabiliyormuş” diyerek tevessül edebilir. 

İşlenen günahlar her şeyi bilen ve gören Allah’u Teala’ya itiraf edilmelidir. Yüce Allah’a yapılan itiraf, tevbe ve istiğfar affa sebebiyet verebilir. Ama insanlar nezdinde yapılacak itiraf azaba yol açabilir.

İşlenen günahların ortaya çıkması konusunu irdelediğimizde karşımıza şöyle bir durum da çıkmaktadır. İnsanların konuşmaları yani çıkardıkları sesler hava kabarcıkları vasıtasıyla taşındığını biliyoruz. Hava akımı olmasaydı seslerin iletkenliği de olmayacaktı. Hava kabarcıklarına işlenmiş bir sesin silinmesi (Allah’ın dilemesi olmadıkça) mümkün değildir. Gün gelecek bu hava kabarcıkları vasıtasıyla oradan oraya taşınan ses kayıtları, Hz. Adem (a.s.)’dan kıyamet gününe kadar arşivlenen tüm kayıtlar deşifre olacaktır. Bu vesileyle kimin, nerede ne konuştuğu, ne zaman konuştuğu ortaya çıkacaktır. 

Bu durumun bile işlenen günahların tekrar tekrar dile getirilmesinin doğru olmadığına işaret olarak algılayabiliriz.

İnsanların aleyhinde bir de yer yüzü dile gelecek, üzerinde işlenen her ne varsa tek tek dökecek orta yere: “O gün yer, kendi haberlerini anlatır. Çünkü Rabbin ona öyle vahyetmiştir.” (Zilzal/4-5) Biz bu ayeti; yeryüzü ilk insandan son insana kadar bağrında sakladığı insanları dışarı çıkarmakla haberlerini anlatacak şeklinde anlayabileceğimiz gibi üzerinde işlenen ne kadar kötülük, günah, zulüm ve isyan varsa hepsini yerini ve zamanını belirterek, kimin işlediğini anlatmak suretiyle de dile getireceği şeklinde de anlayabiliriz. 

Sadece günahları mı dile getirecek yer yüzü? 

Elbette hayır! 

İşlenen ne kadar iyilik ve güzellik varsa onları da yerini ve zamanını belirtmek suretiyle anlatacak sahipleriyle beraber. Yer ve zaman dahil olmak üzere toprağın üstünde işlenen tüm filler açığa çıkacaktır. Gizlemek yok. Saklamak yok. Ret etmek, kabullenmemek yok. 

İşte tüm bu delillerden sonra her günahkar işlediği günahlarını olduğu gibi kabul etmekten başka bir çıkar yol bulamayacaktır.