Hz. Muhammed (s.a.v.) bizim liderimizdir, önderimizdir. Dinimizi en güzel şekilde anlatan yegane kişidir. Nasıl uygulanacağını bildiren son elçidir. Kur’an’ı en iyi anlayan şahıstır. O’na tabi olmak zorundayız. “Allah ve Resulü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resulüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzap/36) Onu dinlemek durumundayız. Bize dinimizi getirmiş, bize dinimizi açıklamıştır. O bize her yönüyle üsve-i hasene olmuştur. “Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzap/21) Ona benzemek, Ona özenmek, Ona öykünmek ibadettir bizim için. Onun gibi davranmak cennete gitmenin ön şartıdır. Onun gibi bir yaşama sahip olmak cehennemden azat olmanın da şartlarından biridir. O olmasaydı bilemezdik, O olmasaydı anlayamazdık, O olmasaydı kavrayamazdık emir ve yasakları.

Zikrettiğimiz ayet ve hadislerde vurgulandığı gibi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in tavsiyelerinin veya bildirdiklerinin dışına çıkmamız, kendimize göre ilavelerde veya çıkarımlarda bulunmamız mümkün olmamaktadır. Ruhsat olarak tanınan unsurlar ne ise onlara göre davranmak durumundayız. 

Seferi iken namazı kısaltmak bir ruhsat ise namazı kısa kılacağız. Hasta iken oruç bozmak ruhsat ise orucumuzu başka zamanlarda tutmaya çalışacağız. Yolcu iken cuma namazını kılmamanın ruhsat olduğunu bildirmiş ise seferi olduğumuz (vakit, ortam ve imkan bulamadığımız) zamanlarda cuma namazı yerine öğlen namazını kılacağız. Böyle davranmakla dinin aslını da korumuş oluruz. İstediğimiz yer ve zamanda yapmakta olduğumuz kimi ibadetlere nafile de olsa ilavede bulunma hakkımızın olmadığını bir kez daha söylemek istiyorum. Bu konuda yegane hüküm Allah ve Resulü’nündür.

Kimi ibadetlerimiz farzdır, kimi ibadetlerimiz vaciptir kimi ibadetlerimiz de nafiledir. İster farz olsun ister vacip olsun ister nafile olsun ibadetlerimizin tamamını Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bize anlattığı ve bildirdiği gibi yapmak bir Müslüman olarak öncelikli görevimizden biridir. Çünkü dinimizi O’ndan öğrendik. Bu dinin Peygamberi O. Bu dinin şari’i O. Onun getirdiklerini değiştirmeye hakkımız olmadığı gibi ilavelerde veya çıkarımlarda bulunmaya da hakkımız ve yetkimiz yoktur. Her bir ibadetin kendisine has bir yapılış şekli, kendisine has bir ruhu, kendisine has bir zamanı vardır. 

Bu açıklamalardan sonra asıl konuya gelmek istiyorum.

Günün birinde bir öğrenciye derste talim amacıyla kamet getirmesini istemiştim de bana; “Salavat getirmeyi bilmiyorum” diye cevap vermişti. Kendisinden bir daha; “Sadece kamet getir.” dediğimde aldığım cevap yine aynı oldu; “Hocam salavat getirmeyi bilmiyorum.” Üçünce kez kendisinden; “Salavat getirmeni istemiyorum zaten. Sen sadece kamet getir.” dediğimde başka bir öğrenci Hocam; “Kametin başında bulunan salavatı bilmiyor. Bu yüzden kamet getirmek istemiyor.” diyerek olan fecaati dile getirdiğinde kafam ancak dank etmişti. Demek ki kamet, yapılan ilavelerle asli unsurlarını kaybetmiş, mecrasından çıkmış olmaktaydı. 

Şafii mezhebinin taklit edildiği bir bölgede öğretmenlik yapıyordum. Camilerde kamet getirilirken tüm müezzinler tarafından kamet getirmeden evvel mutlaka salavat getirdiklerine şahit olmuştum. İlk zamanlarda bu konunun çok da dikkate değer bir mesele olduğunu düşünmüyordum. Ancak kamet denince salavat anlayan çocuklarla karşılaşıncaya kadar bu durum devam etti. Her kamet öncesi getirilen salavat çocukların zihninde salavat getirmeden kamet okumanın mümkün olamayacağı düşüncesini nakşetmişti. Bu ilaveler ile kametin sözleri de değişmiş oluyordu. Salavat getirmek kamet getirmenin bir parçası, ön koşulu haline gelmişti. Bu bölgede camilerde salavat okunmadan kamet getirmek mümkün değildi. 

Acizane bu konuyu nazım geçen birkaç imam arkadaş ile paylaştım ancak nafile. Ya da kamet okuyacağınız vakit ayağa kalkın, önce salavatınızı getirin, araya biraz zaman koyun ya da yerinizi biraz değiştirin ki salavat ile kametin birbirlerinden ayrı şeyler olduğu imajı verilmiş olsun insanlara. Söylediklerimi dinleyen ve kamet getirirken kendisini düzelten de olmadı. Aşağı yukarı konuştuklarımın tamamı; “Salavat getirmek yanlış bir iş değil ki.” düşüncesini ileri sürdüler. Sanki ben salavat getirmenin kötü bir şey olduğunu savunmuşum gibi tepkiler ile karşılaştım.

İşte tam da burada biz de şu hadisi bir kez daha zikretmek istiyorum: Nafi (r.a.)’nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. “İbn-i Ömer (r.a.)’in yanında bir adam aksırdı ve: “Elhamdülillah ve ‘s-Selamu ala Rasulillah. Allah’a hamd olsun. Selam Resulüllah (s.a.v)’ın üzerine olsun.” dedi. Bunun üzerine İbn-i Ömer (r.a.) şöyle dedi: “Ben de Allah’a hamd ediyor ve Resulüllah (s.a.v.)’a selam ediyorum, ancak burada değil. Resulüllah (s.a.v) bize aksırdığınızda: “Elhamdülillah ela külli hal” Her zamanda ve her zeminde Allah’a hamd olsun.” dememizi emretti.” (Müsned-i Haris, Nureddin El Haysemi, 801.)

Şimdi birileri bana salavat getirmek yanlış bir şey mi ki bu konunun üzerinde hassasiyetle duruyorsun diyebilir. Kamet öncesinde getirilen salavata niye karşı çıkıyorsunuz? diye soracak olanlar da olabilir. Nitekim daha önce de aynı yaklaşımda bulunan bir çok imam ve müezzin ile bu konuyu müzakere ettiğimi söyledim.

Benim vereceğim cevap şimdilik; Biz de salavat getiririz. Ancak burada yani kametin başında değil. Allah Resulü (s.a.v.) bize kamet getirirken salavat getirmeyi ilave etmediğini iyi biliyoruz. Hz. Bilal (r.a.) salavat getirmeyi bilmiyor muydu da kamet getirirken salavat getirmedi veya böyle bir teşebbüste niye bulunmadı? Ya da Peygamber Efendimiz (s.a.v) müezzinlerine böyle bir teklifte niye bulunmadı? Hadislerimizde böyle bir rivayet niye yer almıyor? 

Bu konuyu anlayabilmek adına hadis külliyatımızda kamet ile ilgili var olan rivayetlerin tamamını gözden geçirmemiz şart. Bu bir gereklilik. Şimdiye kadar yaptığım araştırmaların hiçbirinde böyle bir durumun gerçekleştiğine şahit olmuşluğum yoktur. Böylesi bir rivayete denk gelenler lütfen benimle de paylaşsınlar ki bu düşüncemi düzelteyim.

Hatta geçenlerde bir camide namaza kalkacağımız zaman müezzinin okuduğu kamete başka bir ilavede bulunduğuna şahit oldum. “Eşhedü Enne Muhammeden Resulullah” demesi gerekirken “Eşhedü Enne Seyyidena Muhammeden Resülüllah” dediğine şahit oldum. Yanlışlıkla telaffuz ettiği bir durum değildi. Namaz çıkışında kendisi ile müzakere etme fırsatım da olmadı. Herkesin bir şeyler ilave ettiği bir konuma savruluyoruz. Allah bizleri muhafaza buyursun.